21.8.1942
Cumhuriyet
Hanı'nda;
Ne güzel bir
geceydi!
Sabaha karşı
yağmur yağdı.
Güneş doğdu, ufuk
kana boyandı;
Çorbam geldi,
sıcak sıcak;
Kamyon geldi
kapımıza dayandı.
Karnım tok,
Sırtım pek;
Ver elini Edirne
şehri.
Keşan isimli
bu şiirinden
anladığımıza göre
Orhan Veli Edirne'ye
giderdi. Ne için mi?
Bunu Sabahattin
Eyuboğlu'nun,
ölümünün ardından
Mahmut Dikerdem'e
yazdığı mektupta
görebiliriz:
"Orhan'ı şimdi
İstanbul'da arayıp
da bulamamak mümkün
mü Mahmut? Sahiden
hiçbir yerde
bulunmaz mı dersin?
Lambo'da? Balık
Pazarında? Öyleyse
Sarıyer'e
gitmiştir... Yahut
Edirne'ye, Nahit
Hanım'a..."
Aynada başka
güzelsin,
Yatakta başka;
Aldırma söz olur
diye;
Tak takıştır,
Sür sürüştür;
İnadına gel,
Piyasa vakti,
Mahallebiciye.
Söz olurmuş,
Olsun;
Dostum değil
misin?
Söz şiirinde lafı
geçen Piyasa
Vakti'nin özel bir
anlamı olduğunu
söyleyebilirim.
Edirne'li bir
dostum, akşam üzeri
kızlı erkekli
grupların,
süslenerek, şehrin
bir sokağında
gezintiye
çıktıklarını ve buna
da Piyasa Vakti
dendiğini
söylemişti. O zaman
buradaki kişi için
de "Nahit Hanım'dır"
diyebiliriz...
Ankara Kız Lisesi
ve Haydarpaşa Erkek
Lisesi'nin yanı sıra
Edirne Lisesi'nde de
edebiyat
öğretmenliği yapan
Nahit Hanım;
kendisiyle yapılan
röportajlarda "Beni
bilen bilir, Nahit
Hanım dersin yeter"
diyebilen
'Cumhuriyet gibi
kadın'dır. Samet
Ağaoğlu'nun
anılarındaki
'Rönesans gibi
kadın' sözlerini
Cemal Süreya bu
şekilde değiştirir:
"Bin dokuz yüz yirmi
üç gibi kadın da
diyebiliriz. Ya da
Cumhuriyet gibi
kadın."
Özel hayatından
çok bahsetmemiz
gerekmese de bir kaç
söz söylemeden
edemeyiz; İlk eşi
Halil Vedat Fıratlı,
Yahya Kemal'in
öğrencisidir, Orhan
Veli de ilk eşinin.
Orhan Veli ile
bir vapurda tanışır
Nahit Hanım. Bir
sonbahar sabahı,
güzel havalarda,
Boğaziçi
vapurunda... Bir
süre sonra iki
defter verir Orhan
Veli O'na. El
yazılarıyla yazılmış
şiirlerinin olduğu
iki defter, "Ölürsem
bunları bastırır
mısın Nahit Hanım?"
diyerek verilmiş iki
defter...
Hem bu
defterlerde hem de
kendisine
gönderilmiş yüzlerce
mektupta Orhan
Veli'nin anılarının
kokusu durmaktadır.
Yeri geldikçe bir
bir açıklar bu
anıları Nahit Hanım.
İşte Hayat Böyle
Zaten şiiri üzerine,
ortaya çıkardığı bir
fotoğrafla yaptığı
açıklama: "Annemin
köpeği Çinçon ve
benim kedim Maviş"
Bu evin bir
köpeği vardı;
Kıvır kıvırdı,
adı Çinçon'du, öldü.
Bir de kedisi
vardı: Maviş,
Kayboldu.
Evin kızı gelin
oldu,
Küçük Bey sınıfı
geçti.
Daha böyle acı,
tatlı
Neler oldu bir
yıl içinde!
Oldu ya,
olanların hepsi
böyle...
Hayat böyle
zaten!..
Nahit Hanım, 1980
yılında Orhan Veli
ile ilgili
sözcüklerine kanat
takar ve Zeynep
Oral'ın kulağına
uçurur onları:
"O'nu tek
kelimeyle anlatmaya
çalışsam, hüzünlüydü
derim. Hüzünlüydü..
Mahzundu.. Neden?
Bence... Tabii
başkasına,
başkalarına göre
başka türlü
olabilir. Ama bana
soruyorsunuz. Onun
için bana göre,
benim düşündüğümü
söylemek zorundayım.
Yapısından geliyordu
bu hüzün... Her şeyi
ama, her şeyi içine
atmasından...
Fiziğinden...
Öfkesini bile içine
atardı.
Sıkıntılarını da...
Hüzünlüydü. Ve
sessizliğe
gömülürdü.
Konuşmazdı.
Sıkıldığında,
üzüldüğünde
konuşmazdı. 'Şimdi
gelirim' der, kalkar
gider, ya yarım saat
sonra, ya üç gün
sonra gelirdi...
Örneğin, Mahzun
Durmak şiiri, O'nun
tavrına çok uygun
bir şiirdir."
Sevdiğim
insanlara
Kızabilirdim,
Eğer sevmek bana
Mahzun durmayı
Öğretmeseydi.
Konuşma sırasında
iki defterini de
ortaya çıkarır Nahit
Hanım ve bir yandan
konuşulurken, bir
yandan defterlere
göz atılır. Zeynep
Oral'ın gözünden
kaçmayan ayrıntılar
vardır ikinci
defterde: "Orhan
Veli'nin savaşla,
Hitler'le ilgili
şiirleri de bu
defterde. Kiminin
yanına kendisi
gamalı haçlar
çizmiş." Nahit Hanım
ise o sırada
anlattığı diğer
detaylar, martıların
kanat vuruşlarında
çıkan sesler
gibidir:
"Bu şiirleri ve
yine bu defterde,
yanına, 'ölümümden
sonra neşelenmek
için' diye not
düştüğü liedleri,
hayattayken
yayımlamak istemedi.
Ölümünden sonra ben
verdim yayımlamaya.
Daha sonraki
şiirlerinde de
göreceğimiz gibi,
Orhan toplumsal
gelişimi, değişimi
gördü, izledi, bu
değişimle birlikte
kendi de değişti...
Nitekim Garip'ten
sonraki değişimlerin
ipuçlarını bu
şiirlerde de
görüyoruz..."
Kendisine bir
keresinde, bir avuç
bilye hediye
ettiğini unutamayan
Nahit Hanım, bunun
çocuk gibi olan
mizacından
kaynaklandığını
bilir. Neşesini ise
hiç kaybetmezdi: "Ne
severdi yürüyüşe
çıkmayı. Ne çok
yürürdük birlikte.
Ama Melih Cevdet'le
Çubuk Barajı'nda
geçirdiği trafik
kazasından sonra
daha az sever oldu
yürümeyi. 'Vazgeç
Nahit Hanım,
yürümeyelim, gel şu
salaş kahvede
oturalım' derdi.
Bedensel bir
yorgunluk duyuyordu
hep... At
yarışlarına da
gitmek büyük
eğlenceydi bizim
için. Ve hep
kaybederdik. Bir gün
Veliefendi'den
yürüyerek yorgun
argın Aksaray'a
dönüyoruz. 'Ne güzel
Nahit Hanım, yine
kazandık değil mi'
dedi. 'A, a ne
kazanması.
Kazandıysak ne diye
yürüyerek bu yolu
tepiyoruz. Bütün
paramızı verdik'
dedim. Gülerdik
birlikte..."
Mektuplarda sık sık
adı geçen kelime
'parasızlık'tır.
"Vaziyetim berbat.
Mesela bu mektubu
postayla
gönderemeyeceğim
herhalde. Bugün
Dora'yı arayacağım.
O yarın sabah
Ankara'ya gidiyor,
onunla göndermeye
çalışacağım.
Vaziyetimin
kötülüğüne bir misal
daha vereyim: Burada
fena halde yağmurlar
başladı. Tam bir kış
havası. Buna rağmen
benim değil
pardesüm, ceketim
bile yok. Yağmur
altında dün gömlekle
dolaştım.
Üşüdüğümden çok,
utanıyorum..."
Utancın, üşümeyi
bastırdığı bu insan,
Garip'in ilk
basımını imzaladığı
Nahit Hanım'a
ithafen şunları da
yazar kitabın ilk
sayfasına: "İmzanın
üstüne gelecek
yazıyı, üç beş
satıra sığdırmak
imkansız. Onları
ayrı ciltler halinde
takdim ederim."
Orhan Veli'nin
ölümüne sinirlenir
Nahit Hanım ve "Pisi
pisine öldü!"
diyerek öfkesini
kusar, yanlış tedavi
edenlere... Ve kısa
süren sessizliğin
ardından, içindeki
öfke kuşları göçer,
yerlerine keder
kuşları gelir. Bu
arada aynı kelimeler
dilinden bir kez
daha dökülür ama, bu
sefer sesi yumuşamış
ve fısıltıya
bürünmüştür: "pisi
pisine!"
Konuyu
değiştirmek ister
Zeynep Oral, doğal
olarak ve "Peki
Nahit Hanım, siz...
sizin etkiniz..."
Devamını getirmesine
fırsat bırakmadan
Kelime
Cumhuriyeti'ndeki
sözcükleri devralır,
Cumhuriyet gibi olan
bu kadın:
"Hayır, benim
etkim, metkim
olmadı... Ben
olmasam, başkası
olurdu. Şiir
yazacağı vardı ve
yazdı. Hayatta en
çok istediği şey
şiir yazmaktı,
yazdı. Benim hiçbir
etkim, rolüm falan
olmadı."
Söylediklerine
inanmasını ister
gibi bir hali
olduğunu söylüyor
Zeynep Oral, "ben de
söylediklerine
inandım ya da
inanmış gibi
göründüm..."
sözleriyle bitirdiği
cümlesinde.
Herkes, Orhan
Veli'nin yarım
kalmış halinin
bulunduğu Aşk
Resmigeçidi
şiirindeki 'sonuncu'
aşkın Nahit Hanım
olduğu konusunda hem
fikir. Ama bu yazıyı
onun yerine, Nahit
Hanım'a ithafen
yazılmış başka
şiirleri de olan Can
Yücel'in Dostum Şair
Necati Başladı Madem
Anlatmaya, Kırıldı
Bu Sansür, Ben De
Konuşmaya
Başlayabilirim
Nihayet ismini
verdiği şiiri ile
bitireceğiz:
Nahit Hanım ki,
şimdi bir Eski Ahit
İlk eşi, Haliç
Vedat, menfi
olamazdı ki zait
Babamsa o Balkan
Harbi'nden müdevver
nikahlarında şahit
Üçü de mülazım-ı
evvel, sonra
mülazım-ı sani
Asıl paşalığı ama
Nahit Hanım'ın
İkinci Dünya
Harbi'ne ait
Nahit Hanım
yıktığı Osmanlı
İmparatorluğu'na
karşı
Yenişehir'deki 50
metre karelik kira
katında
Olanca
insanlığıyla kurmuş
yeni bir saltanat
Dizinin altındaki
o kara ben kadar
güzel bir Ben,
Sevgiden
Bakardım geçtikçe
Zafer Meydanı'nın
ordan
O ikinci kattaki
pencereye değil,
zafere
Aşkla kurulmuştu
sanki dünyanın en
meridiyenindeki o
daire
Ben de
ondan-bundan değil.
Nahit Hanım'la Orhan
Veli'den
Başladım şiire ve
sevişmeye
Sırf Orhan'ın
başlattığı o Aşk
Resmi Geçit'i
Yarım kalmasın
diye...