"<<Huu! Huu!
Patates Surat!>>
diye mırıldandı Arha,
otların arasındaki
rüzgar kadar hafif
alaya bir
fısıltıyla" Ursula
K. Leguin'in Atuan
Mezarları adlı
kitabının yirmi
altıncı sayfasında
okuduğum bu cümle
beni, 1910'lu
yılların
Göztepe'deki Taş
Mektep İlkokulu'na
götürdü. Sarı ve
toparlak suratından
dolayı
arkadaşlarının
'patates' diye lakap
taktığı çocuk
canlandı gözlerimde.
Kısa süre sonra
büyük bir şair olan
bu çocuk, elli yıl
sonra, 31 Mayıs
1962'de yazdığı şu
mısralarda bakın
kendini neye
benzetiyor:
Fasulya gibi
yaşıyorum son
zamanlarda
kuru fasulya gibi
kuru fasulyanın
pilakisi yapılır
benden o da
yapılmaz.
Bir başka gün,
Ayşe Kulin'in Adı:
Aylin romanını
okurken, iki yüz on
birinci sayfadaki şu
cümlelere
takılıyorum: "Rahibe
Nancy, bu Rus isimli
kadını, hep Rus
suratlı düşündü
nedense. New York'a
çıraklık eğitimine
yollandığında,
hastabakıcılık
yaptığı üç yıl
boyunca göçmenlerle
çalıştı durdu.
Rusların patates
burunlu
fizyolojilerini 'R'
harfine ağırlık
veren kaba
aksanlarını yakından
tanıyor."
Ömrünün son
yıllarını Rusya'da
geçiren şairimiz,
çocukluğunda
patatese
benzetilmekten mi
esinlenmiştir, yoksa
Ayşe Kulin'in
benzetmesini
onaylamak için mi
kendisini
çevresindekilere
benzetmiştir
bilinmez ama, 1956
yılının haziran
ayında,
Peredelkino'da Yazar
Evleri Sitesi'nde
bulunan evinde;
Bulgaristan'dan
gelen dostu Fahri
Erdinç'e şunları
söylemiştir: "Size
bir şey söyleyeyim
mi, artık beni
karikatürize etmek
çok kolay: Bir
patates al eline;
yukarıdan iki kürdan
batır, iki de
aşşağıdan, tamam!"
Kendisiyle
böylesine dalga
geçen şairimiz Nazım
Hikmet'tir. Kim
bilir ömrü boyunca
başka hangi lakaplar
takılmıştır O'na,
bilinmez. Tıpkı
zaman zaman
arkadaşlarının 'Ofran'
diye çağırdığı Orhan
Veli'nin lakaplarını
bilmediğimiz gibi.
Bilinenlerden
biri, Nurullah
Ataç'ın taktığı
lakaptır. Bunu da
Bedri Rahmi
Eyuboğlu'nun
1.12.1951'de
Yeditepe'deki
Hatıralar isimli
yazısından
öğreniyoruz: "Ataç
Orhan'a hiçbir zaman
tutmayan bir sürü
isimler arar
dururdu. Bunlardan
bir tanesi üzerinde
çok ısrar etti; ama
yine olmadı: Şakuli
Solucan! Orhan Veli
de kendini korumak
için Nurullah Ataç
yerine sadece Nuri
Bey diyordu."
Lakapların
dışında bir de takma
isimler vardır.
Mehmet Ali Sel,
Orhan Veli'nin takma
ismidir. Oktay Rifat,
"galiba atmaya
kıyamadığı
şiirlerini bu isimle
yayımlardı" der. Bir
de Orhan Selim
vardır. O da Nazım
Hikmet'in 1934'te
başladığı Akşam
Gazetesi'ndeki
yazılarında
kullandığı takma
isimdir. Her ne
kadar, o yıllarda
Orhan Veli'nin ismi
pek duyulmadıysa da
Nazım Hikmet'in bir
kelime oyunu yapmak
istediğini
'uydurmamız' yerinde
olur:
ORHAN SELİM
ORHAN SELİ'M
ORHAN VELİ'M
"Orhan Veli ve
Nazım Hikmet
kavgalıdırlar, hatta
birbirlerini hiç
sevmezler." Bu tip
lafları ilk kim ve
neden ortaya attı,
bilmiyorum. Bunlara
gülüp geçmek gerekir
ama, biz yine de
yanıtlayalım...
İlk zamanlarda,
şiir anlayışları
açısından
birbirlerine taş
atarlar. Örneğin
Nazım Hikmet,
cezaevinden Memet
Fuat'a yazdığı
mektuplarda: "Mithat
Cemal ne kadar şekil
perestse, Orhan Veli
de o kadar şekil
perest, ikisi de
yobaz" dediği gibi
O'nu içerik yönünden
de eleştirir: "Orhan
Veli'yle A. Kadir
dil bakımından
birbirlerine
yakındırlar ve
soldadırlar, lakin
muhteva bakımından
Orhan Veli merkezin
sağına geçmiştir. En
sağda değilse de
sağdadır." Orhan
Veli'nin ilk
şiirlerinde de bu
görünür zaten.
Ama zamanla Nazım
Hikmet'in fikirleri
değişir. Ve Orhan
Veli'nin şiirini
benimser. Hatta
benzer şiirler
kaleme alır. Orhan
Veli'nin Nisan
1940'ta yayımladığı
Kızılcık adlı
şiirinde, kızıl
saçları nedeniyle
Nazım'dan bahsettiği
söylentiler
arasındadır:
İlk yemişini bu
sene verdi,
Kızılcık,
Üç tane;
Bir daha seneye
beş tane verir;
Ömür çok,
Bekleriz;
Ne çıkar?
İlahi kızılcık!
Oktay Akbal ise
bu şiirin, Mümtaz
Zeki'nin bir
şiiriyle yakınlığı
olduğunu söyler;
Mümtaz Zeki'nin
şiirinin yazılış
tarihinin daha eski
olduğu notunu
düşerek:
Küstü de bize
Bu yıl meyve vermedi
elma ağacı
Halbuki bir yemiş
ağacı
Hodkam olmamalı
Düşünmeli aşeren
hamileyi
Çoluğu çocuğu
Gelecek yıl pıtrak
olur inşallah
Orhan Veli'nin
Nazım Hikmet'i
sevmediğini iddia
edenler, "Kuyruklu
Şiir ve Cevap
Nazım'a yazılmıştır"
derler.
KUYRUKLU ŞİİR
Uyuşamayız
yollarımız
ayrı;
Sen ciğercinin
kedisi, ben sokak
kedisi;
Senin yiyeceğin,
kalaylı kapta;
Benimki aslan
ağzında;
Sen aşk rüyaları
görürsün, ben kemik.
Ama seninki de
kolay değil,
kardeşim;
Kolay değil hani,
Böyle kuyruk
sallamak Tanrının
günü.
CEVAP
Açlıktan
bahsediyorsun;
Demek ki sen
komünistsin.
Demek bütün
binaları yakan
sensin.
İstanbul'dakileri
sen,
Ankara'dakileri
sen...
Sen ne domuzsun,
sen!
Şiirdeki
ciğercinin kedisinin
Nazım Hikmet
olduğunu
söyleyenler, Orhan
Veli'nin ciğerden
nefret ettiği gibi,
Nazım Hikmet'ten de
nefret ettiğini
iddia ederler. Sokak
kedisinin Nazım
Hikmet olduğunu
iddia edenler ise
O'nun komünist
olmasıyla dalga
geçildiğini...
Bunların doğru
olamayacağının en
basit ispatı,
şiirlerin yayımlanma
tarihleridir.
Kuyruklu Şiir
15.12.1949, Cevap
ise 15.1.1950'de
Yaprak Dergisi'nde
yayımlanır.
Siz olsanız
sevmediğiniz
birisine böyle
şiirler yazdıktan
sonra, O'nun için
açlık grevi yapar
mıydınız?
Orhan Veli, Oktay
Rifat ve Melih
Cevdet, Nazım
Hikmet'in hapisten
kurtarılması için
açlık grevi yapmış
ve bu yolda yazılar
yayımlamışlardır.
Tüm bu eylemler
Kudret ve Ulus
gazetelerince "Vatan
hainliği ve Moskova
uşaklığı" olarak
yorumlanmıştır. Bu
tepkilere karşılık
açlık grevini ikinci
gün bitirip Yaprak
Dergisi'nin
15.5.1950 tarihli
sayısında şu yanıtı
verirler: "Bir
şairin öldürülmesine
şair gönlümüz razı
olmadığı için, sırf
onu kurtarmayı
istediğimizi
belirtmek için iki
gün aç durduk.
Niyetimiz kimseyi
tehdit değildi,
sadece şairlik
borcumuzu ödemekti.
Bununla beraber
fırsat düşkünü yazar
bu hareketimize
siyasi bir mana
vermeye kalkıştı.
Bizi, yabancı
ülkelerde
memleketimiz
aleyhinde yapılan
menfi propagandalara
alet olmakla
suçlandıranlar
çıktı."
İşte bu
suçlayanlardan
birisi de Kudret
gazetesidir. 11
Mayıs tarihli gazete
şu başlığı atar: "Üç
sosyalist şair açlık
grevi yapacakmış!"
Siz gelin bir de bu
başlığa karşılık
Orhan Veli'nin
yazdıklarını okuyun:
"Yurdumuzda
sosyalist
kelimesiyle komünist
kelimesi arasındaki
fark pek
anlaşılamadığı,
komünist kelimesi de
çok kere vatan haini
anlamına geldiği
için bu başlığı
ilkin curnalcılık
saydık. Ama sonra,
biraz düşündük; ilk
korkumuzun boşuna
olduğunu anladık.
Çünkü bundan beş on
gün evvel eski
Devlet Başkanı Cemil
Sait Barlas Halk
Partisi'nin bir
Sosyalist Partisi
olduğunu söylemişti.
Söylemişti de,
Demokratlar buna
şiddetle karşılık
vermişler, 'Siz
sosyalist
değilsiniz, asıl
sosyalist biziz,'
demişlerdi.
Partilerimizin
arasında bile kolay
kolay paylaşılamayan
bu sıfatı bize layık
gördüğü için Kudret
gazetesine teşekkür
etmek istiyorum."
Açlık grevini
tamamlamasalar da,
Nazım Hikmet'e
destek veren yazılar
yazmaktan geri
kalmazlar çünkü,
bilirler aksinin
ülkeleri için bir
gerilik olduğunu.
İşte Orhan Veli'nin
1 Mart 1950 tarihli
Yaprak'ta
yazdıkları:
"Bugün Avrupa'da
tanınan bir tek
şairimiz var: Nazım
Hikmet. O da bize
rağmen tanınıyor.
Biz, 'Aman kimse
duymasın!' diyoruz.
Ama faydası yok;
duymuşlar. Nazım
Hikmet'i bize, onlar
kabul ettirmeye
çalışıyorlar. Adını,
lehimize değil,
aleyhimize
kullanıyorlar. Bizi,
büyük şairler
yetiştiren bir
millet olarak değil,
büyük şairleri
hapislerde
süründüren bir
millet olarak
tanıtıyorlar."
Evet Orhan Veli
ile Nazım Hikmet
şiirleriyle çok
atışmışlardır ama,
bu atışma birbirini
seven, daha da
önemlisi birbirine
saygı duyan iki
insan arasındadır.
Örneğin Orhan Veli,
Hürriyete Doğru
şiirinde;
Görmüyor musun,
her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek
ol, dümen ol, balık
ol, su ol;
Git gidebildiğin
yere.
derken, Nazım
Hikmet 10 yıl sonra,
15 Eylül 1958
tarihinde O'na
'Oğlum' diye
seslenir:
Denizin üstünde
ala bulut
yüzünde gümüş
gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi
yosun
kıyıda çıplak bir
adam
durmuş düşünür.
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa,
balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı,
oğlum,
Bulutuyla,
gemisiyle,
balığıyla,
yosunuyla.
1955 yılında
Budapeşte'deki Kent
Radyo'sunda bir
konuşma yapan Nazım
Hikmet, çok seyahat
ettiğini söyler.
Bunun üzerine şaire
sorarlar: "Acaba bu
sık seyahatleriniz
sırasında yanınızda
bulundurduğunuz
kitaplar nelerdir?"
Nazım'ın yanıtı
çok açıktır: "Şimdi
size söyleyeyim.
Mesela benim
bavulumda neler var.
Bir defa tabii Orhan
Veli var. Öyle
sanıyorum ki Orhan
Veli bizim en güzel
şairlerimizden biri.
Çok genç öldü, yazık
oldu ama, ölümsüz."
Konuşma
ilerleyince
Nazım'dan birkaç
Orhan Veli şiiri
okumasını isterler.
İlk olarak 'çok
sevdiğini'
vurguladığı Sere
Serpe'yi okur. Şiiri
bitince şu yorumu
yapar: "Ne güzel
Türkçe, sonra nasıl
İstanbul, nasıl
İstanbul kızı..."
Sonra Delikli
Şiir, Vatan İçin ve
Cevap'ı okur. Son
olarak "bir tane
daha okuyayım. Doyum
olmuyor ki..." der
ve Gelirli Şiir'i
okur.
Bursa
Hapishanesi'ndeyken
kendisine gönderilen
kitaplardan birine
hayran olur Nazım.
Kapağındaki resmi
Bedri Rahmi
Eyuboğlu'nun yaptığı
kitaba "mübalağasız
bir saat, tıpkı, bir
şarkı dinler, bir
yazı okur gibi,
hatta daha başka
türlü dalıp" gider.
Öyle hayran olmuştur
ki "sakın kaybetme"
notuyla birlikte
kitabı oğlu Memet'e
gönderir. Aradan
zaman geçince kitabı
yeniden görme isteği
basar Nazım'ı. Ve
Bir Şiir Kitabının
Kapak Resmi adlı
şiirini yazar.
Kapak resminde
Bedri Rahmi tüm
hünerini şakıttıysa
da Yenisi adlı bu
kitabın şairi Orhan
Veli de şiirlerinde
bir o kadar
başarılıdır.

Yatar Bursa
Kalesinde'nin son
şiiri Bir Hazin
Hürriyet'in Nazım'ın
Bursa'da yazdığı son
şiir olduğunu iddia
edebiliriz ama, bu
şiirde isim vermeden
andığı kişi
kesinlikle Orhan
Veli'dir:
Bir alet, bir
sayı, bir vesile
gibi değil.
İnsan gibi
yaşamalıyız dersin,
Büyük
hürriyetinle
basarlar kelepçeyi,
Yakalanmak, hapse
girmek, hatta
asılmak hürriyetinle
hürsün!
1.12.1949 tarihli Yaprak Dergisi'nde yayımlanan Orhan Veli'nin
Dalga isimli şiiri şöyledir:
Öyle bir yerde
olmalıyım.
Öyle bir yerde
olmalıyım ki,
Ne karpuz kabuğu
gibi,
Ne ışık, ne sis,
ne buğu gibi...
İnsan gibi.
Gittiği yerlerde
Orhan Veli'yi
tanıtmaya çalışan
Nazım Hikmet, 1958
yılında yazdığı
Slavya Kahvesi'nde
Şair Dostum
Tavfer'le Yarenlik
şiirinde de konuk
eder, sevdiği bu
şairi:
Hele sabahları,
hele baharda,
Pırağ şehri
yaldızlı bir
dumandır
ve kızıl, kocaman
bir elma gibi
Nezval geçer taze
çıkmış kabrinden
Paramparça yüreği
de elinde
ve Orhan Veli'yle
karşılaşırlar
Urumelihisarı'ndan
gelir o
ve telli kavağa
benzer Orhan'ım
yüreciği delik
deşik onun da.
16 Ağustos 1959
tarihli Dörtlük
şiirinde de üç
kişiden bahseder
Nazım.
Yeryüzüne tohum
gibi saçmışım
ölülerimi,
kimi Odesa'da
yatar, kimi
İstanbul'da,
Pırağ'da kimi.
En sevdiğim
memleket yeryüzüdür.
Sıram gelince
yeryüzüyle örtün
üzerimi.
Odesa'da yatan
kişi, ikinci eşi
Lena Yurçenko'dur.
Diğer iki kişinin
kim olduklarını bir
önceki şiire bakarak
söyleyebiliriz ki;
Nezval ve Orhan
Veli...