SARI KEDİ MIRNAV
PİST
Geçtiğimiz günlerde
doğum günü olan bir
arkadaşıma hediye
almak üzere alış
verişe çıkmıştım.
Karısıyla birlikte
tam anlamıyla hayvan
dostu olan,
özellikle kedileri
çok seven arkadaşıma
hediye bulmakta
zorlanmayacağımı
sanıyordum. Yapmayı
düşündüğüm şey,
sahafları ve birkaç
kitabevini gezerek
kedilerle ilgili
ilginç kitapları
toplamaktı. Önce
bütün sahaflarını
gezdim İstanbul'un.
Genelde kedi bakımı
ile ilgili kitaplar
vardı. Ardından
girdiğim büyük (!)
kitapevlerinden
birinde En Güzel
Kedi Öyküleri adlı
bir antoloji buldum.
Çok sevinmiştim,
büyük bir heyecanla
raftan aldığım
kitabı inceliyordum,
kimlerin öyküleri
varmış diye. Tam o
sırada duyduğum
"pist pist!" sesi
nedense beni
irkiltti. Hızla geri
döndüğümde oyuncak
reyonunun önünde
durduğumu fark
ettim. Sağa sola
bakınca rafların
önlerinde kitapları
inceleyen az
sayıdaki müşterileri
gördüm ama, hiçbiri
bana seslenmiş gibi
davranmıyordu ve
dahası ben hiçbirini
tanımıyordum. Kitaba
bakmak için arkamı
döner dönmez ses
yinelendi, "pist
pist!" ama bu sefer
dikkatliydim. Ses
tam arkamdan
geliyordu. Oyuncak
olduğuna emin
olduğum sarı,
kocaman bir kedi
gözlerini
kırpıştırıyor ve
sanki sırıtıyordu.
O'na doğru
yaklaştığım sırada
önce ayaklarının
üzerinde doğruldu,
sonra da bir
sıçrayışta kucağıma
geldi. Şaşkınlığımı
atamamışken bir de
konuşmaya başlamaz
mı?
-
Utan utan! Bak bizim
için öyküler
yazılıp, öykü
antolojileri
düzenleniyor ama,
siz şairler boş boş
oturuyorsunuz.
Can damarıma
basmıştı. Bu yüzden
şaşkınlığımın yerini
kızgınlık aldı.
Öfkeyle "Sen ne
diyorsun be?" diye
bağırdım. "Biz
şairler tüm
hayvanları olduğu
gibi, kedileri de
düşünürüz." Bu
sırada kucağımdaki
kediyle birlikte hem
şiir kitaplarına
doğru yürüyor, hem
de kediye laf
yetiştiriyordum.
- Sen, şairlerin siz
kedileri şiirlerine
konuk etmediklerini
sanıyorsan,
aldanıyorsun. Hemen
sana bir iki örnek
vereyim istersen.
Nazım Hikmet'in
ciddi olarak aldığı
ilk şiir eleştirisi,
kız kardeşinin
kedisi için yazdığı
Samiye'nin Kedisi
şiiri içindir. Nazım
Hikmet Heybeliada
Bahriye Mektebi'nde
okurken,
öğretmenlerinden
biri de Yahya
Kemal'dir. Nazım
Hikmet'in Yahya
Kemal'e gösterdiği
birkaç şiirden
Samiye'nin Kedisi'ni
okuyan Yahya Kemal:
"Bu şiir için bir
yorum yapmadan önce,
kediyi bir
görmeliyim" der.
Yahya Kemal'in amacı
kediyi görmek değil,
kendisini eve davet
ettirmektir çünkü;
Yahya Kemal, Nazım
Hikmet'in annesi
Celile Hanım'dan
hoşlanmaktadır. Her
neyse, amacına
ulaşan Yahya Kemal,
kediyi görünce
şunları söyler: "Sen
bu pis, uyuz kediyi
böyle övmesini
biliyorsan, ileride
iyi bir şair
olacaksın." İşte bak
bu şiir, Nazım
Hikmet'in bütün
eserlerinden İlk
Şiirleri'nin içinde,
dinle:
Yeşil deniz gibi
gözleri vardı
Beyaz tüyleriyle bir
küme vardı
Ağzını süsleyen
sedef dişlerdi
Baygın nazarı ta
ruha işlerdi
Severken aldatıp,
birden kaçardı
Okşarken apansız
pençe atardı
Onda bir kadının
gururu vardı
Sürmeli gözlerinden
riya akardı
Şiiri bitirince
kucağımdaki kediye
şöyle bir baktım.
Kedide hiç hareket
yoktu ama, tatmin
olmadığı
anlaşılıyordu. Devam
etmek üzere diğer
şiir kitaplarına göz
atıp, Orhan Veli'nin
Bütün Şiirleri'ni
raftan alarak
konuşmaya başladım:
- Sen her ne kadar
yok desen de bak
var. İşte bir başka
şahane şairimiz
Orhan Veli ve O'nun
arkadaşı Erol
Güney'in kedisi için
yazdığı iki şiir.
Hem de şiirleri
kendisi açıklıyor:
Erol Güney'in
kedisinin bahar
mevsiminde
ve toplum meseleleri
karşısında
takındığı tavrı
anlatır şiirdir.
Bir erkek kediyle
bir parça ciğer;
Dünyadan bütün
beklediği.
Ne iyi!
Erol Güney'in
kedisinin
hamileliğini
anlatır şiirdir.
Çıkar mısın bahar
günü sokağa,
İşte böyle olursun.
Böyle yattığın yerde
Düşünür düşünür,
Durursun.
Hatta Erol Güney,
yıllar sonra yazdığı
bir yazıda bu
şiirler için Orhan
Veli'ye teşekkür
eder: "Yetiştiğim,
büyüdüğüm ve bin bir
sorunuyla birlikte
çok sevdiğim bir
ülkenin kültürel
yaşamından uzak
olmak beni üzmüyor
değil. Avuntuyu, ne
olursa olsun, adım
hiçbir zaman
Türkiye'de, tümüyle
yok olmayacak
demekte buluyorum.
Orhan Veli, <<Erol
Güney'in Kedisi>>yle
ilgili iki şiiriyle,
bir dostun, bir
şairin verebileceği
en büyük armağanı
verdi: Adıma ve onca
sevdiğim kedime
'ölümsüzlüğü'
kazandırdı. Hiç
olmazsa, Orhan
Veli'yi okuyanlar
için bu böyle.
Doğruyu söylemek
gerekiyorsa, zaten
geri kalanlar da
beni pek öyle çok
ilgilendirmiyor."
Kolumun altındaki
kedinin
homurdanmalarını
duyuyor ama, büyük
bir gururla
duymamazlıktan
geliyordum. Aynı
kitabın sayfalarını
karıştırırken,
konuşmayı sürdürdüm:
-Bu kadar olduğunu
sanıyorsan,
yanılıyorsun. Orhan
Veli, Kuyruklu Şiir
ve Cevap adlı
şiirlerinde de iki
kedinin
konuşmalarını
anlatır. Kedilerden
biri ciğercinin
kedisidir, diğeri de
sokak kedisi. Bu iki
şiir şimdilik bir
kenarda dursun,
onların yerine şimdi
aklıma gelen bir
başka şiiri okuyayım
sana, Oktay Rifat'ın
Kedili Gece'sini;
Gece onikide bahçeye
çıktım
Kedi de arkamdan
bahçeye çıktı
Deniz çarşaf gibiydi
anlatılmaz
Yıldızlar kedinin
gözleri gibi
Karadut oracıkta
duruyordu
Gölgesiz, ürkek,
hemen oracıkta
Kedi üstünden bana
bakıyordu
Sizleri düşündüm
Acımsı, buruk
Kuşlar öttü
Vapurlar düdük çaldı
Yoksa bana mı öyle
geldi.
İlk iki mısrayı
dikkatlice
dinlediysen, şairin
bir kedisi olduğunu
anlarsın. Yine de
yetinmiyorsan bak
raftan gelişigüzel
bir kitap alıyorum,
bakalım kim
çıkacak... Şansa
bak, Özdemir Asaf...
Kitabın sayfalarını
hiç karıştırmadan
Tablo şiirini
okuyabilirim sana:
Kedi kadının
yanındaydı
Kadın gecenin
yanındaydı
Kedi gitti geceye
değdi karardı
Döndü kadına değdi
Bir kadın portresi
belirdi
Elinde siyah bir gül
vardı
Kucağında kırmızı
bir kedi.
Buna da "kırmızı
kedi olur mu?" diye
itiraz edersin sen
şimdi ama, öyle bir
çağda yaşıyoruz ki
kırmızı, pembe,
mavi, eflatun...
aklına gelebilecek
her renkte civciv
imal ediliyor. Yine
de ben senin için
sarı bir kedi
bulayım, ister
misin? O zaman Bir
Hayvanın Yalnızlığı
şiirinde Sabahattin
Kudret Aksal'ı
dinleyelim:
Bir hayvanın
yalnızlığı diyor da
Başka bir şey
demiyor
Bakıyor duvarın
üstündeki sarı
kediye.
"Ne dersin bu sarı
kedi sen olabilir
misin?" Sorusuyla
birlikte kolumun
altından kurtardığım
kediyi iki elimle
kaldırıp yüzümün
hizasına getirdim.
Hala homurtular
duyuyordum ama,
kedide hiç hareket
yoktu. "Nereye
gittin? Daha pek çok
kedi şiiri var.
Hepsini okuyacağım
sana..." diyerek
kediyi silkeliyordum
ki, benim kediyi
tuttuğum gibi, iki
yanımı, beyaz
kolları olan ikişer
el kavradı. Ne
oluyor diye arkama
baktığımda
kalabalığın önündeki
bembeyaz giyimli iki
iriyarı adamın beni
tuttuğunu gördüm.
Başındaki şapkadan
hemşire olduğu
anlaşılan bir
kadınsa elinde
iğneyle bana
yaklaşıyordu ve
batırdı...
Kendime geldiğimde
kucağımda o oyuncak
kedi ile birlikte
bir yatakta
yatıyordum.
Özellikle kollarım
çok ağrıyordu.
İğnenin etkisiyle
vücudum kasılmış
olsa gerek, kediyi
de alamamışlardı.
Yataktan kalkmaya
çabalarken hemen
yanı başımda bir
doktor beliriverdi.
Oldukça nazik bir
sesle:
-Lütfen biraz daha
istirahat edin;
dedi. Bakışlarımdan
ne demek istediğim
anlaşılıyor olsa
gerek ki, açıklamaya
başladı:
-Çok yorgundunuz
herhalde. Bu yüzden
halisünasyon görmüş
olmalısınız. Size
bir sakinleştirici
yapmak zorunda
kaldık. Ailenize de
haber verdik, hemen
gelecekler. Ardından
sizi taburcu
edeceğiz...
-Ben halisünasyon
falan görmedim. Bu
kedi şairlere laf
etti, ben de
cevabını verdim.
Şairler sırf
kuşlara, kedilere,
köpeklere değil daha
pek çok ve ilginç
hayvanlara yer
vermişlerdir
şiirlerinde. Hatta
onları eğitenlerden
bile bahsederler.
Eminim ki Jacques
Prevert'in In
Memoriam şiirinde
yazdığı eğitimcinin
varlığını bile
bilmiyorsunuzdur:
Şu aklı başında
çekirge eğitimcisi
Şu pek bir şeye
yaramayan adam.
- Sizi anlıyorum
ama...
- Sözümü kesmeyin
lütfen! Bir tane En
Güzel Kedi Öyküleri
antolojisi
yapıldıysa, bu
hayvanları sırf
öykücülerin
düşündüğü anlamına
gelmez. Elbette
onlar da iyidir,
güzeldir, hoşturlar
ama, biz şairler de
duyarlıyızdır. Bakın
hiç kimsenin aklına
gelmeyen bir balık,
Murathan Mungan'ın
aklına geliyor ve
Alabalık ve
Siyambalığı şiirinde
anlatıyor onu:
Bir tek balık
alınmadı
Nuh'un Gemisine
Sudaydı o
İçindeki suda
Tehlikenin içindeki
suda
- Şeref Bey, lütfen
sakin olun...
Doktorun ikide bir
sözümü kesmesi beni
iyice
sinirlendiriyordu ve
isterikli bir
şekilde, hızlı hızlı
konuşuyordum. "Bir
de şunu dinleyin"
diyerek devam ettim:
Beni rahat bıraksa
Toprağın altındaki
kertenkele
kabuğun içindeki
kurt
ve uyusam
Mavi bir deniz
ortasında başım.
Rahatlık şiirinde
bunları istiyor
Rüştü Onur ve
Memnuniyet şiirinde
de devam ediyor
hayvanlara olan
sevgisini anlatmaya:
Benden zarar gelmez
Kovanındaki arıya
Yuvasındaki kuşa;
Ben kendi halimde
yaşarım
Şapkamın altında.
Durun durun biraz da
kendimden
bahsedeyim. Çocukken
şu meşhur öykü
yüzünden
çekirgelerden nefret
ederken, karıncaları
çok severdim ama,
büyüdükten sonra
yanlışımı anladım ve
bunu Kahroldum adlı
şiirimde bakın nasıl
anlattım:
Çekirgelerin
Arka ayaklarını
kopararak,
Karıncaları besleyen
ben;
Karıncaların
Yiyecek ambarları
olduğunu
Öğrendiğim gün
Aklımı kuyuya
düşürdüm...
Ne kadar hızlı
konuştuysam da
kalçama batırılan
ikinci
sakinleştirici
etkisini göstermeye
başlamıştı, şiiri
zoraki tamamladım.
Tanıdık bir ses
duydum o sırada.
Sanırım beni almaya
gelmişlerdi. Doktor
biraz önce bana
yaptığı açıklamayı
ona da yaptı.
Sakinleştirici
yüzünden artık
sadece
düşüncelerimde
konuşabiliyordum:
"Kahretsin, bir
hediye almaya
gittim, başıma neler
geldi. Neyse, bari
şu kediye yine sıkı
sıkıya sarılayım da
hediye olarak bunu
vereyim hiç olmazsa.
Oldukça pahalı bir
oyuncağa benziyor.
Beleşmiş gibi
görünse de
fazlasıyla hak ettim
bu kediyi. Belki
pillidir ve
kuyruğunu çekince
miyavlıyordur.
Unutmayayım da
kendime geldiğimde
deneyeyim."
|