Sivil polisler
pek çok şairi,
yazarı, ressamı
izledikleri gibi bir
dönem Orhan Veli'yi
de takip ederler.
Bunun farkında olan
Orhan Veli, kimi
zaman da takip
edenleri azarlayıp,
kovalardı!...
Hatta bir dönem
'başkent', sakallı
bir şaire
katlanamadığı için
şairimizin
İstanbul'a dönmesine
bile neden
olmuşlardır. Mehmed
Kemal'in
tanımlamasıyla 'sıkı
bir polis terörü'
vardır o günlerde.
"Siyasal
dalgalanmaları
izlemeye güçleri
yetmediğinden sakal
makal gibi ıvır
zıvır şeylerle
uğraşıyorlar,
şairleri, aydınları
tedirgin
ediyorlardı. O
devirde sendika,
sanat özgürlüğü,
sosyal adalet
diyenin peşinde
polisler vardı. Eğer
bu sözleri o gün
İsmet Paşa deseydi,
İsmet Paşanın
polisleri, İsmet
Paşanın peşine
düşerlerdi. Hele
sakallı bir şairin
Başkent sokaklarında
sere serpe dolaşması
mümkün değildi.
İstanbul'da
diyeceksiniz.
İstanbul kaldırır,
papazı var, hahamı
var, insan
tanınıncaya dek bir
süre geçinir, gider.
Orhan da bunu
bildiğinden: 'ver
elini İstanbul...'
demiş, annesinin
Rumeli Hisarı'ndaki
evine yerleşmişti.
Ne de olsa rahat
ediyor, pek
sıkıştırmıyorlardı.
Burada otel
köşelerinde idi.
Milli Eğitim
Bakanlığı Neşriyat
Bürosu'ndan da
uzaklaştırmışlar,
iyice boşta
geziyordu. Çıkardığı
'Şiir Sayısı' hala
aranır. O ne temiz
şiirler, ne güzel
seçim. Adil Hanlı
imzası ile çevrilen
şiirler de Orhan'a
aittir. Bu takma
adı, Doğan Aslan,
Gelibolu, Koru köyü,
Adil Han yöresinde
askerlik ettiği için
almıştı. Askerliğini
oralarda yapanlar
Adil Han'ı çok iyi
bilirler.
Salim diye bir
meyhaneci var.
Orhan'a veresiye
veriyor. Orhan
kaytardığı günler
soluğu Salim'de
alıyor. Odasının
kapısına şöyle bir
kağıt iliştiriyor:
<<Herkes gider
talime.. Orhan gider
Salim'e>>
(Dayanamayarak
Mehmed Kemal'in
yazısını bölüyor ve
yine kendisinin bir
başka yazısındaki şu
açıklamayı buraya
iliştiriyorum:
"Orhan'dan sonra
Gelibolu'da biraz
biz askerlik yaptık,
biz de Salim'in
meyhanesine
dadandık. Orhan
gidiyor diye değil,
daha ucuz gidecek
bir başka yer
olmadığı için...
Orhan, askerken
arada bir talimi
asarmış. Çadırın
kapısına da şöyle
bir kağıt
iliştirirmiş: Herkes
gider talime / Orhan
gider Salim'e...
Yani, bu demek ki,
'Gelin, birer tek
atalım.' Talimi
asan, kaytaran,
içkiden hoşlanan da
soluğu orada
alırmış")
Orhan'ı, şimdi
yıkılan İstanbul
Pastanesi yakınında
ki otelinde
sıkıştırıyorlar,
yokken odasına
giriyorlar,
kitaplarını
karıştırıyorlar,
otelciye göz dağı
veriyorlardı. Otelci
bir gün dayanamamış:
'Orhan Bey, otel
parasını bile
veremeyen fakir bir
insansınız. Polisler
ne isterler sizden?'
diye sormuştu.
Orhancık bu ne
desin, verecek cevap
bulamamış, boynunu
bükmüş: 'Ne bileyim
ben...' demiş.
Gerçekten de
polislerin ne
istediğini
bilmiyordu. Gelip
sorsalar, öğrenmek
istediklerini
polislere Orhan
kendisi anlatırdı."
Buraya da Orhan
Veli'nin Sere Serpe
şiirini
yerleştirmenin tam
sırasıdır. Sakın,
"ne alakası var?"
demeyin. 1986
yılında, yeni Polis
Vazife ve
Salahiyetleri
Yasası'nı öğrenen
Şinasi Nahit, şiire
bir mısra ekler. Ben
de sizleri bir taşla
korkutup, iki şiir
okutmuş olacağım:
Uzanıp
yatıvermiş, sere
serpe;
Entarisi
sıyrılmış, hafiften;
Kolunu kaldırmış,
koltuğu görünüyor;
Bir eliyle de
göğsünü tutmuş.
İçinde kötülüğü
yok, biliyorum;
Yok, benim de yok
ama...
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz
ki!
Yürü karakola!..

Bir başka olay da
Caddebostan
Plajı'nda
gerçekleşir. Burası
Orhan Veli'nin
vazgeçemediği
yerlerden birisidir.
Her yaz, fırsat
buldukça, o çok
sevdiği denizle,
burada bütünleşir.
Sıcak bir temmuz
günü,
arkadaşlarıyla,
kumsalda otururken,
plajın girişindeki
setin üzerinden
kendilerini takip
eden bir genç adam
görür. Böylesine
açık açık takip eden
bu gencin acemi bir
polis olduğunu
anlayan Orhan Veli,
biraz da eğlenmek
için, üzerine bir
şeyler giyerek hızla
plajın kapısına
yönelir. O'nun bu
hareketi acemi
polisi de
hareketlendirir. Bir
an göz göze
gelirler. Genç polis
önce bir ağacın
arkasına saklanmaya
çalışır, Orhan
Veli'nin durmadan
kendisine doğru
koşmaya devam etmesi
üzerine de kaçmaya
başlar. Orhan Veli
ise arkadan 'kaçma
ulan' diye başlayan
okkalı bir küfür
savurur. Bu olay hem
eğlendirmiştir Orhan
Veli'yi hem de son
zamanlardaki
sıkıntısını
dağıtmıştır.
Bu olaylardan
birkaç yıl önce,
Salah Birselin
Fransızca
öğretmenliği ve
müdür muavinliğini
yaptığı Nişantaşı
Ortaokulunun
öğrencilerinden biri
Rıfat İnkayadır.
Kendisinin
söylediğine göre,
şiirle tanışması,
edebiyat
öğretmeninin sınıfa
ezberletmeye
çalıştığı Mehmet
Akifin Safahatı
ile gerçekleşmiştir.
Okul dışında
bulabildiği Nazım
Hikmet ve Yahya
Kemal şiirlerini
okuyan İnkaya,
Taksim Erkek
Lisesi'nde okumaya
başlayınca edebiyat
öğretmenlerinin
vasıtasıyla yeni
şiirle tanışır.
Varlık Dergisi ve
diğer yayınlardan
Orhan Veli, Oktay
Rifat ve Melih
Cevdet Anday'ın
şiirlerini okur.
Okul bittikten
sonra Hukuk
Fakültesi'ne
başlayan İnkaya,
aynı zamanda Akşam
ve Dünya
gazetelerinde
düzeltmenlik yapar.
Yıllar geçtikçe
Orhan Veli'ye olan
sevgisi artar ve bir
gün, ortaokuldan
beri yazdığı
şiirlerini,
daktiloyla temize
çekerek bir şiir
dosyası oluşturur.
Amacı Orhan Veli'yi
bulup O'na
okutmaktır
şiirlerini.
Orhan Veli'nin
ara sıra
Beyoğlu'ndaki
Lambo'nun
meyhanesine
gittiğini öğrenir.
Soğuk bir nisan
gecesinde, koynunda
hazırladığı şiir
dosyasıyla beraber
Lambo'nun önünde
bulur kendisini.
Tereddütle içeriye
girer. Cahit Irgat,
Mücap Ofluoğlu ve
birkaç sanatçıyı
daha tanır ama,
Orhan Veli yoktur.
Tezgahın kenarına
oturur ve şarap
içmeye başlar. İki -
üç bardaktan sonra,
şarabın da etkisiyle
Lambo'ya sorar:
- Orhan'ı neden
arıyorsun?
İçkinin etkisiyle
utangaçlığından
kurtulmuştur,
yanıtlar:
- Orhan Veli'nin
okumasını istediğim
bir şiir kitapçığım
var.
- Ben bakabilir
miyim?
O birkaç kadeh
şarabı içmeseydi
belki bunların
hiçbirini
yapmayacaktı ama,
elindeki, daktiloda
temize çektiği
şiirleri, tanımadığı
bu adama uzatır.
Okuduktan sonra;
- Bak genç
kardeşim, her
başlangıçta umut
vardır. Amatör bir
şair olarak bazıları
fena değildir ama,
sanat, hele şiir çok
uğraş gerektirir.
Kültürsüz insan hiç
bir şey yapamaz.
Devam edip etmeme
kararı senin. Ayrıca
ne yaparsan yap bu
tip yerlerden uzak
dur. İlle de Orhan'ı
görmek istiyorsan
yazın Caddebostan
Plajı'na git. Orda
görebilirsin. Şimdi
sana iyi geceler.
Kendisine, içtiği
içkilerin parasını
bile ödetmeyen bu
adamın kim olduğunu
öğrenemeyen İnkaya,
bir kaç ay sonra
Caddebostan Plajı'na
gitmeye başlar ve
bir gün setin
üzerinde otururken
Orhan Veli'yi görür.
Biraz cesaret
kazanmak için
beklerken, Orhan
Veli'nin sinirli bir
şekilde üzerine
doğru geldiğini
görür. Şaşkınlıkla
önce bir ağacın
arkasına saklanır,
sonra da...
Yanılmadınız.
Orhan Veli'nin sivil
polis sanarak
korkuttuğu kişi
Rıfat İnkaya'dır.
Bu olaydan bir
süre önce, genç bir
şairle konuşur Orhan
Veli, şiirlerini
okur "Hayatını
alnının teriyle
kazanan, yirmi
yıllık geçmişi
yalnız kahırla dolu
bir Türk köylüsü.
Yeryüzünde bir tek
sahici değer
tanımış, o da, el
emeği" olan genç
şair sorar:
- Bu şiirleri bir
mecmuada
bastırabilir miyim?
Rıfat İnkaya'nın
şiirlerini
okuyamayan Orhan
Veli, okuduğu bu
şiirler için neler
söyleyip, neler
yazmış? Hep beraber
okuyalım:
"Saf, temiz
duyuşları yanında
bir kaç okur - yazar
tarafından
öğretilmiş bazı
iğreti hususiyetleri
olmasaydı hiç
düşünmeden 'elbette'
diyecektim;
diyemedim. Eni konu
güzel şiirler olduğu
halde, mecmualarda
çıkan şiirlerin
alayından güzel
olduğunu gördüğüm
halde diyemedim.
Nasihati sevmem;
kimseye nasihat
etmek istemem. Daha
doğrusu buna hakkım
yoktur. Ama, bu genç
şaire birkaç söz
olsun söylemenin
cazibesinden de
kendimi alamadım.
Bir takım cevherler
yumurtlayıp, bir
sürü büyük
hakikatler
söylediğimi
sanmayın. Hayır! Ben
ona sadece o
cevherler
yumurtlayan
insanlardan şüphe
etmesini, o büyük
hakikatlere körü
körüne inanmamasını
söyledim. 'Büyük
hakikatler şiir
üstüne midir, bil ki
çoğu şiirden
anlamayan insanlar
tarafından
söylenmiştir. Sen
şairsin. Belki de
ömrünün sonuna kadar
şiiri düşünecek, en
çok onun çilesini
çekeceksin. Sahici
şiirin hangisi
olduğunu anlamak,
onu sanat yapan
çabanın nasıl bir
çaba olduğunu bulup
meydana çıkarmak,
senin mi daha çok
hakkındır, yoksa o
laf ebelerinin, o
çene kavaflarının
mı?' dedim..."
Rıfat İnkaya'nın
şiirlerine ne
olduğunu merak
ediyor musunuz?
Orhan Veli'yi
görebilmek için bir
daha çaba
göstermeyen İnkaya,
1950 yılının kasım
ayında, Orhan
Veli'nin öldüğünü
duyduğu gece, bütün
şiirlerini yakar...