Kardeşi Adnan
Veli'nin "yürümekten
hiç bıkmazdı. Bazen
Beyoğlu'ndan
Sarıyer'e kadar
yürüyerek, ıslık
çalarak gittiği
olurdu" sözünden
yola çıkarak
yaptığımız Orhan
Veli Yürüyüşlerinin
ilki 14 Kasım 1996
Perşembe günüydü.
Yürüyüşün Taksim
Atatürk Heykeli
önünden başlamasını
uygun bulmuştuk
çünkü, Orhan
Veli'nin ölümünün
nedeni, yani
Ankara'da belediye
çukuruna düşmesi,
Atatürk'ün ölümünün
on ikinci yılında
gerçekleşmişti.
Saat 11.00'da
başlayacak olan
yürüyüşün ilk
bölümü, Aşiyan'da
Orhan Veli'nin
mezarına ulaşmaktı.
Bu yüzden öncelikle
mezarın yerini
bulmamız
gerekiyordu. Birkaç
gün önceden
gittiğimiz
mezarlıkta,
görevliye "uzun
zaman önce ölmüş
birinin mezarını
nasıl bulabiliriz?"
sorusunu
sorduğumuzda "kimi
arıyorsunuz?"
sorusuyla
karşılaşmıştık.
"Orhan Veli"
dediğimizde ise
görevli, gözleri
parlamış bir halde
"çok kolay" diyerek
tarif etmeye
başlamıştı. On
dakika kadar arayıp
bulamayınca, yeniden
sormak üzere geri
dönüyorduk ki 70
yaşlarında bir
'teyze'; "oğlum
birinin mezarını
arıyorsunuz galiba,
bulamadınız mı?"
diye sordu. Orhan
Veli'yi aradığımızı
söylediğimizde,
O'nun da gözleri
parlamış ve bizi
mezara kadar
götürmüştü. Yolda,
iki gün sonra Orhan
Veli'nin ölüm
yıldönümü olduğunu
söylemesiyle bizim
de gözlerimiz
parladı sanırım ama,
bu biraz da
ıslaklıktandı...
İlk yürüyüşün bir
diğer önemli notu
da, yürüyüşe Orhan
Veli'nin kız kardeşi
Füruzan Yolyapan'ın
bizlere destek
vermek üzere
katılmasıydı. Kısa
bir de açıklama
yaptı: "Evet, Orhan
Veli yürümeyi çok
severdi ama,
Sarıyer'e kadar da
parasızlıktan
yürürdü."
Bu yürüyüş,
katılımın en yoğun
olduğu yürüyüştü.
Katılanlardan daha
fazla da sivil
görevli vardı. En
renkli yüzlerden
birisi 60 yaşındaki
Nursin Cerrahoğlu
ile mezarlıkta bizi
bekleyen 55
yaşındaki Emekli
Deniz Astsubayı ve
Kıbrıs Gazisi Doğan
Akbaş'tı. Toplam
altı saat süren
Taksim - Sarıyer
hattındaki yürüyüşü
tamamlayanlar,
tahminen otuz biner
adım attı. Yol
boyunca yüzlerce
şiir okundu,
şarkılar söylendi,
uzun soluklu
ıslıklar çalındı.
Sarıyer'deki bir
börekçide, 1997
yılının 14
Kasım'ında buluşmak
üzere diyerek
bitirildi ilk
yürüyüş...
İkinci yürüyüşte
ufak bir değişiklik
yapmayı uygun bulduk
ve mezarda
yaptığımız törenle
sona erdirdik
yürüyüşü. Bunun
nedeni biraz da
Füruzan Yolyapan'ın
sözleriydi; "Orhan
yürümeyi çok severdi
ama, Sarıyer'e kadar
da parasızlık
yüzünden yürürdü."
Amacımız bir anma
toplantısı olduğuna
ve bu toplantıyı
dört duvar arasında
yapmak
istemediğimize göre
mezara ulaşmak
yeterliydi... Yaprak
Dergisi'nin ilk
sayısındaki Alış -
Veriş şiirinin bir
mısrası şu değil
miydi:
Salon verir
sokak alırız
Üçüncü yürüyüş
günü, saat 11.00'da
Taksim'e
geldiğimizde,
Atatürk Heykeli
önündeki yüzlerce
kişi bizi çok
şaşırttı. İşin aslı,
böyle bir kalabalık
beklemiyorduk.
Yanılmamıştık da.
Heykele
yaklaştığımızda bir
siyasi partinin
mitingi olduğunu
öğrendik. Biz
insanların
ellerindeki
bayraklara bakarken,
bir kaç kişi de
bizim elimizdeki,
çerçeveli Yaprak
Dergisi'ne
bakıyordu. O sırada
aklıma, Edip
Cansever'in İçimdeki
Sessiz Parlaklık
şiirinin birkaç
mısrası geldi:
Neden yazılır bir
şiir
Neden okunur
bunca yazı
Çünkü nasıl
aşılır başkaca
İnsanın
karmaşıklığı.
Kısa zaman
içerisinde yürüyüş
için gelenler
çevremizde toplandı.
Ne mutluyuz ki
sayımız ikinci
yürüyüşe göre yarı
yarıya artmıştı.
Üçüncü yürüyüşte,
sağanak yağmur
altında Beşiktaş'a
gelmiştik ki
yürüyüşçüler olarak,
şeylerimize kadar
ıslanmıştık.
Mecburen küçük bir
mola verdik ve bir
börekçiye daldık.
Fakat yağmur duracak
gibi değildi ve
aklımıza yine
Füruzan Yolyapan'ın
dedikleri geldi.
Cebimizdeki parayı
saydığımızda,
ekonomik bir şekilde
Aşiyan'a
ulaşabileceğimizi
gördük. Kısa süren
tartışmayı ne yazık
ki "arabaya binelim"
diyenler kazandı ve
"tören alış -
verişi" yapıldıktan
sonra bir anlamda
yürüyüş bitirildi.
Aşiyan'da Orhan
Veli'nin mezarı
başında bizleri bir
sürpriz bekliyordu.
Mezar taşı üzerine
konan bir rakı
şişesi, şişe
içerisindeki birkaç
balık ve bir
kartpostal: "Bu
kadar yağmur
yağmasaydı biraz
daha kalırdık,
birlikte senden
şiirler okurduk.
Seneye görüşürüz.
Güzide"
Birkaç şiir
okuduk biz de. İşte
bunlardan biri, Ümit
Yaşar Oğuzcan'dan;
ORHAN VELİ'NİN
ARDINDAN
Yıl bin dokuz yüz
kırk altı
Ankara'da Şükran
Lokantası
Köşede bir masa
Masanın üzerinde
bir tabak
Tabakta marul
salatası
Bir sandalyede
sen vardın
Orhan Veli
Bir sandalyede
ben,
Kadehlerimizde
Kulüp Rakısı
Ve dudaklarımızda
yarım kalmış
mısralar
Hala gözlerimin
önündedir
O sarhoş gecenin
hatırası,
Şimdi mahzun
kaldı şiirlerin
Gittin "Sere
Serpe" "Hürriyete
Doğru"
"Kitabe-i Sengi
Mezarın"
"Altın Dağın
Rüyası"
Hey! Koca Orhan
Veli hey!
Ne sana kaldı, ne
bana kalır
Bu gözünü
sevdiğiminin
dünyası.
Şiirlerin
arasında, yanımızda
getirdiğimiz bir
şişe şarabı, mezar
taşı üzerinde
kırarak toprağa,
çokca da baş kısmına
döktük.
Şiirler bu kadar
değildi elbet, Cahit
Sıtkı Tarancı'nın
Güven şiirinin tam
yeriydi:
Bayramdı
Orhan Veli'yle
beraberdik
Boğaziçi
vapurunda
Aşiyan'a
gidiyorduk
Fikret'in elini
öpmeye
Bir baktım üzgün
koca şair
Bir baktım
güneşler içinde
Hiç söz açmadı
Haluk'tan
Dilinden de
düşürmedi
"Bu memlekette de
bir gün sabah olursa
Haluk"
Oraya kadar
gitmişken, birkaç
mezar ilerideki
Turgut Uyar'a
uğramadan edilmez...
Hemen arkasında
bulunan bir mezar
taşı üzerindeki
yazım yanlışını
Turgut Baba'ya
gösterip, "Baba, bir
ara kalkıp, şunu
düzeltiver" diye
rica ettik.
Dördüncü yürüyüş
de yapıldı elbet 14
Kasım 1999 Pazar
günü. Mezarda
Güzide'den bir not
bulmak artık bizi
şaşırtmıyordu ama,
ah bir de
yakalayabilseydik
O'nu... Acaba Can
Yücel'in Orhan Veli
için yazdığı
Mesafeli şiirini
biliyor muydu?
Nerden geliyor
acep
Bu benim garip
garipliğim?
Evden
uzaklaştıkça değil
Ne de uzağında
evin
Eve yaklaştık
yakınlaştıkça
Artıyor eve
hasretim
Her yürüyüş bir
şiir şöleniydi
aslında ve hepsi
aynı şiirle
başlıyordu. Bunun
nedeni, yürüyüşe bir
anlam katmak
isteyenlere yanıt
vermek istememizdi.
Bütün güzel
kadınlar zannettiler
ki
Aşk üstüne
yazdığım her şiir
Kendileri için
yazılmıştır.
Bense daima
üzüntüsünü çektim
Onları iş olsun
diye yazdığımı
Bilmenin.
Evet, bizler de
bu yürüyüşü, Orhan
Veli'nin dediği
gibi; İş Olsun Diye
yapıyorduk... 2000
yılının 14
Kasım'ında da
yürüyeceğiz iş olsun
diye ve o yürüyüşü
de aynı şiirle
bitireceğiz, Nazım
Hikmet'in 3 HAZİRAN
1963 şiiriyle...
Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm.