TARTUFFE
Bir dönem çeviri
yaparak para kazanan
Orhan Veli, Milli
Eğitim Bakanlığı
Dünya Edebiyatından
Tercümeler dizisinde
Fransızca'dan
çeviriler yapar.
Fakat "Reşat
Şemsettin vekil
olunca, Maarifte
antidemokratik bir
hava esmeye başladı.
Bunun üzerine istifa
etmek
mecburiyetinde"
kalır.
Milli Birlik adlı
gazete birinci
sayfasında Orhan
Veli'nin yarım
yamalak bildiği
dillerden çeviriler
yaptığını yazar.
Buna karşılık Orhan
Veli cevap verme
hakkını kullanarak
bir yazı yazar. 1
Nisan 1947 tarihli
gazetedeki tekzibi
şöyledir:
"Olabilir o dilleri
hiç de
bilmeyebilirim.
Kelimeleri öğrenmek
için lügate bakarım,
cümle teşkillerini
anlamak için ötekine
berikine sorarım,
ama gene de tercüme
ederim. Tenkid etmek
isteyenler alırlar o
tercümeleri,
asıllarıyla
karşılaştırırlar,
yanlışları bulurlar,
kötü yerleri varsa
tespit ederler,
gösterirler.
Ellerinden gelirse
daha iyisini
yaparlar. Tenkid
eseri tenkidle olur;
hiç tanımadığı bir
şahsın hiç bilmediği
hususiyetlerini
ileri sürmekle
değil. Herhangi bir
dili çok iyi bilir
diye tanınmış bir
zatın tercüme ettiği
bir eser yanlışlarla
dolu olsa bu eseri,
o zat dili çok iyi
bilir diye hoş mu
göreceğiz?"
Bundan başka, bir
ders kitabına
şiirinin alınmış
olmasından tutun da
bir başka kitabında
açık saçık şiirlerin
olmasına kadar
getirilen
eleştirilere güzel
yanıtlar sıralar
Orhan Veli. Ders
kitaplarına girmenin
kendisi için hoş bir
şey olmadığını, ders
kitabındaki
yazısının öğrenci
için ne kadar
sevimsiz bir şey
olduğunu kendi
öğrencilik
yıllarından
bildiğini söyleyerek
ekler: "Yazılarımı
okuyacak olanların
onları bir
zorlamayla değil,
arzu ile okumalarını
isterim." Açıklık,
saçıklık konusunu
ise açık-seçik
yanıtlar: "Bu kitabı
çocuklara okutmaları
şart değil. Sanat
meselesi ile ahlak
meselesinin
birbirinden ayrı
şeyler olduğunu
öğrenememiş bir
Türkçe öğretmeninin
kitabımı değil
okutmak, eline bile
almasına gönlüm razı
olmaz. Ne okusun, ne
de okutsun. Yalnız,
hocanın talebelerine
okutacağı kitapları
seçmekte hayli
güçlük çekeceğini
sanıyorum. Aşk-ı
Memnu'da bazı
sahneler vardır.
Eserin kahramanı
olan genç kadın ayna
karşısında soyunup
çıplak vücudunu
seyreder. Bu sahne
sayfalarca
anlatılır. Bir başka
yerinde de romancı,
kadınların kendi
aralarındaki
muaşakalarını tasvir
eder. Peki, ne
olacak şimdi? Mektep
kitabına Halit
Ziya'dan parçalar
alamayacağız,
çocuklara onun
kitaplarını
okutamayacağız
demek. İyi ama,
gürültüye giden
yalnız Halit Ziya
mı? Öbür
edebiyatçılarımızda
da böyle şeyler yok
mu? O halde onları
da okutmamak lazım.
Mesela baştan başa
erkek aşkıyla dolu
olan Divan
şiirimizin adını
bile anmamalıyız.
İyi! Kitap okutmamak
için yeni bir çare
bulundu demektir."
Nahit Hanım;
"Çeviri yapmayı
bazen sevmezdi.
Acele ya da belli
bir tarihte
yetiştirmek zorunda
kaldı mı sevmezdi. O
en çok sözleri,
sözcükleri,
kelimeleri ve dilini
severdi...
Şiirlerinde olsun,
çevirilerinde ya da
düzyazıda olsun dil
çok önemliydi O'nun
için. Klasik, sağlam
bir dil bilgisi
vardı. Kelime
seçiminde çok
titizdi. Yalnız
yazarken değil,
konuşurken de öyle.
En çok yaşayan dili,
herkesin anladığı
dili sever ve
kullanırdı.
Deyimlerle söylemeyi
çok iyi bilir ve çok
severdi. Müthiş bir
hafızası vardı.
Yaptığı çeviriler
arasında en çok
Musset'yi
çevirmekten
hoşlandı."
dese de Moliere'in
dört oyununu (Tartuffe,
Sicilyalı Yahut
Resimli Muhabbet,
Versailles Tuluatı
ve Scapin'in
Dolapları) Türkçe'ye
çevirdiğinden yola
çıkarak Moliere'in
de O'nun hayatında
özel bir yeri
olduğunu
ekleyebiliriz. Hele
hele Tartuffe'ün...
Mayıs 1953 tarihli
Türk Yiyatrosu
Dergisi'ndeki,
Tartuffe'ün
Molyer'in
Hayatındaki Yeri
adlı yazı biraz da
Tartuffe ve
Moliere'in Orhan
Veli'nin hayatındaki
yeri olarak
görebiliriz.
Aşağıdaki yazı, Adam
Yayınları'ndan çıkan
Orhan Veli'nin Bütün
Yazıları adlı kitaba
alınmamıştır. Bir
dahaki baskıya
eklenmesini ümit
ederek o satırlara
geçmeden önce, biraz
önceki tekzibin son
paragrafını da
sizlere okutmak
istiyorum:
"Yazınızın bir
yerinde de benim
büyüklerle dost
olduğumdan
bahsediyorsunuz.
Bunu söylemekle de
çok ayıp
ediyorsunuz. Ben
büyük adam diye
kimse tanımıyorum.
Bir yurttaş olmak
sıfatıyla herkes
kadar ben de
büyüğüm.
Cumhuriyetle idare
edilen bir
memlekette, üstelik
halkçı bir
memlekette, herkesin
birbiriyle eşit
olduğunu
unutmamanızı rica
ederim."

TARTUFFE'ÜN
MOLYER'İN
HAYATINDAKİ YERİ
Moliere'in hayatını
üçe ayırırlar:
Birinci devre,
gençlik devresi.
Paris'te geçer
(1622-1645). Fikri
terbiyesi bakımından
en mühim mesele
budur. İlk klasik
tahsilini Clermont
kolejinde (bugünkü
Lycee Louis-le Grand),
Cizvit papazlarının
yanında yapan genç
Poquelin sonradan
Gassendi'den felsefe
dersleri alır. Bu
iki zıt tesir, bir
taraftan Cizvit
papazlarının mistik
terbiyesi, öbür
taraftan
Gassendi'nin
maddeci, epikürcü
filozofisi
Moliere'in kafasında
birtakım
muvazenesizlikler,
birtakım şüpheler
uyandırır. Bunlar
bir adamın
hayatından
bahsederken söylenen
beylik sözlerden
değildir. Onu bir
nevi imansızlığa
götürecek olan o
şüpheyi Fransız
edebiyatı tarihiyle
uğraşanlar, Tartuffe
piyesinin Moliere'in
ruhundaki ilk
tohumları
sayıyorlar. Bu
devrenin Moliere'in
yetişmesinde hissesi
olan öteki
tesirlerini -belki
de bunlar daha
esaslarıdır-
Tartuffe bahsiyle
alakalı görmediğim
için geçiyorum.
İkinci devrede
Moliere'in hayatı
taşrada geçer
(1645-1658). Bunu
sönük bir devre
sayıyorlar. Kralın
huzurunda bir temsil
verip, ondan heyeti
ile beraber, Petit-Bourbon
salonunda yerleşme
müsaadesini alır.
Çabuk göze giren
kumpanyasına az
zaman sonra Troupe
de Monsieur ismini
verirler. Ama
Moliere'in ilk büyük
muvaffakiyeti 1659
senesinde Gülünç
Kibarlar komedyasını
oynamak suretiyle
kazandığı
muvaffakiyetidir.
Burada sanatkar
hakiki şahsiyetini,
hakiki yolunu
bulmuş, dehasının
ilk alametlerini
burada göstermiştir.
Bunu takip eden
senelerdeki birkaç
muvaffakiyeti ona
da, Racine'le
Corneille gibi,
birçok düşman
kazandırır. Bununla
beraber kralın
himayesine mazhar
olmuştur. Kral onu
1661'de sarayda
kurulan tiyatronun
başına geçirir,
1622'de Madeleine'in
kızı Armande
Bejart'la
evlendirir, çocuğunu
manevi evlatlığa
kabul eder, emrine
bir daire ayırır,
Versailles'da
Chambord'da, Saint-Germain'de
verilecek
temsillerin idaresi
işini ona bırakır.
Moliere sanatının en
yüksek merhalesine
bu senelerde
yükselmiştir. Bu
sıralarda yazdığı
Tartuffe (1664),
komedinin hiçbir
zaman erişemediği
bir mükemmeliyet
derecesindedir. Buna
rağmen büyük
gürültülere sebep
olur. Onu dine hücum
etmekle
suçlandırırlar.
Kral, Moliere
hakkındaki bütün iyi
düşüncelerine
rağmen, bu piyesin
temsilinin yasak
edilmesine karşı
duramaz. Yasak beş
sene sürer. Mücadele
ile geçen bu beş
sene içinde Moliere
beş mükemmel eser
daha yaratır:
Don Juan (1665),
Adamcıl, Zoraki
Hekim (1666),
Amphitryon (1668),
Cimri (1668).
Büyük müsaadeden
sonra Moliere sadece
eğlenceli piyesler,
farslar,
pastoraller, baleler
yazar. Ömrünün
sonuna doğru meydana
getirdiği iki büyük
eser, Bilgiç
Kadınlar (1672) ile
Hastalık Hastası
(1673) müstesna,
bütün komedileri bu
müsaadenin verdiği
sevinçle meydana
getirilmiş hafif
eserlerdir.
TARTUFFE MÜCADELESİ:
Tartuffe'ün ayrı bir
eser kadar güzel
olan mukaddemesinde
Moliere şöyle der:
"İşte hakkında çok
dedikodu edilmiş bir
komedi. Uzun zaman
takibata uğradı. Bu
eserde oynattığım
şahsiyetler pekala
gösterdiler ki
kendilerini
Fransa'nın en
kuvvetli
insanlarıdırlar.
Şimdiye kadar bütün
musallat
olduklarımdan
ziyade. Markiler
olsun,
precieuse'lerle
boynuzlular olsun,
tefe konmaya az çok
tahammül ettiler;
herkesle beraber,
onlar da işin
alayındaymış gibi
göründüler, ama
yobazlar, asla.
İlkin bir korktular,
nasıl olurmuş da
cesaret edip onlarla
alay edermişim, pek
akılları almadı,
bunca namuslu
insanın mensup
olduğu bir yolu
nasıl kepaze
edermişim. Öyle bir
cinayetmiş ki
yaptığım, dünyada
affedemezlermiş.
Hepsi bir olup
ayaklandılar.
Piyesi dostlarımın
reylerine arz ettim.
Ötekinin berikinin
tenkitlerini
topladım.
Yapabildiğim bütün
tashihler, kralla
kraliçenin
hükümleri, piyesime
huzurlarıyla şeref
veren sayın
prenslerin, muhterem
nazırların
takdirleri, eserimi
faydalı bulan
birçokları kamil
adamın şahadeti,
hiçbiri, hiçbiri kar
etmedi."
İlk üç perde birinci
defa olarak, 12
Mayıs 1664'de,
Versailles'da,
Ondördüncü Louis'nin
Matmazel de La
Valliere şerefine
verdiği büyük
müsamerede
oynanmıştı. O kadar
göze battı, bir
takım insanları o
kadar kuşkulandırdı
ki kral eserin halka
gösterilmesini yasak
etmek zorunda kaldı.
Bu hadise üzerine
Moliere'in
düşmanları
ayaklandılar. Saint-Barthelemy
rahibi Pierre Roulle,
Ondördüncü Louis
için bir methiye
neşretti. Orada
kraldan 'Ondördüncü
Louis, krallar
kralı' diye
bahsediyor,
Moliere'e de
şiddetle
saldırıyordu. Onu
'insan kılığına
girmiş şeytan' diye
anlattıktan sonra
diri diri
yakılmasını
istiyordu. İşte o
zaman Moliere krala
bir arıza gönderdi.
Aynı üç perde,
ikinci defa olarak,
25 Eylül 1664'de
Villers-Cotteret'de
saray erkanına
tekrar edildi.
Netice yine menfi
idi.. Moliere, bu
sefer, sağda solda,
kendisini koruyacak
başka adamlar aradı.
Cardinal Chigi'nin
müsaadesiyle 29
ikinciteşrin 1664 ve
8 ikinciteşrin 1665
tarihlerinde eseri
tamam, yani beş
perde olarak, Paris
civarındaki Raincy
şatosunda, hamisi
Prince de Conde'nin
huzurunda oynadı.
TARTUFFE SAHNEDE:
Tartuffe, meşhur
müsaadeden sonra,
sarayda ve ekabirin
huzurunda, üstüste
yirmi sekiz defa
oynandı. Müellifinin
sağlığındaki temsil
adedi yetmiş
yedidir. Moliere'e
en çok para
kazandıran
piyeslerinden biri
de budur. 1680'den
1932'ye kadar yalnız
Comedie-Française
sahnesinde 2256 defa
oynanmıştır. Bütün
dünyada en çok
temsil edilmiş
piyeslerin ön
safında gelir.
İsimlerini tarihe
sadece Tartuffe
oynayarak geçirmiş
sanatkarlar vardır.
Tartuffe'ün,
zamanında bu kadar
gürültüye sebebiyet
veren bir piyes
olmasının sebebi,
Moliere'in ondan
evvelki
komedilerindeki
alayları, hicivleri
yüzünden başına bela
kesilen
düşmanlarıdır. Bu
düşmalar kralın
mütemadi lütuflarına
mütemadi
şefaatlerine mazhar
olan Moliere'e pek
el uzatamıyorlardı.
Böyle bir piyesi
fırsat bildiler.
Menfaatleri din
dalaverelerine bağlı
bir takım insanı,
Moliere aleyhine
ayaklandırdılar.
'Din tehlikede'
diyorlardı. Allahın
büyüklüğünü ve
kilisenin şerefini
muhafazaya memur 'Compagnie
du Saint-Sacremnet'
adlı gizli cemiyet
Tartuffe'den bir tek
satır bile okumamış
binlerce insanı
Tartuffe aleyhtarı
yaptı. İşin kötüsü,
bunların içinde
Bossuet gibi
Bourdaloue gibi aklı
başında sanılan
adamlar da vardı.
Bourdaloue, 'Sermon
sur I'hypocrisie -
Riyakarlık üstüne
vaiz' adlı eserinde
Moliere'i insanları
hak yolundan ayırmak
cürmiyle
suçlandırıyordu;
diyordu ki: 'Moliere,
dinsizliği değil,
onu bahane ederek
dini kötülüyor'.
Oysaki, Moliere,
büsbütün tersine,
insanların kötü
niyetlerinin en
temiz hisleri bile
nasıl berbat
ettiğini göstermek
istemişti. Zaten
Moliere'in kastı şu
bu insana değildi.
Şahsiyetlerde
tecelli eden
adetlere, daha
doğrusu kusurlara
idi.
|