"Her ne kadar
Orhan Veli, 'Gemliğe
doğru / Denizi
göreceksin / Sakın
şaşırma' demişse de,
İzmir'e doğru da
denizin gözüktüğünü
başka bir şairden,
İlhan Berk'ten
öğreniyoruz:
<<Bir arkadaşla,
bisikletle, İzmir'i,
daha çok da denizi
görmeye gidiyoruz.
Manisa'nın dışına
ilk çıkıyorum.
Ortaokulda olacağım.
Bisikleti,
tatillerde orda
burda çalışarak
biriktirdiğim
paralarla aldım.
İzmir'i bütün
çocuklar gibi ben de
merak ediyorum.
İzmir demek, deniz
demek. Denizi ilk
kez göreceğim.>>"
İlhan Berk'in
yazdıklarıyla Orhan
Veli'yi birleştiren
bu yazar, aslında
Orhan Veli'nin de
katilidir. O'nu
biraz sıkıştırarak
bunu itiraf
ettirebilmişizdir.
"Evet, itiraf
ediyorum: Ben bir
katilim! Çok cinayet
işledim, elimi şiire
buladım. Okuyup da
etkilendiğim tüm
şairleri ve dizeleri
bir bir öldürdüm.
Saman Sarısı'nın,
Bir Gün Mutlaka'nın,
Göçebe'nin, Sonsuz
ve Öbürü'nün katili
benim. Metin
Eloğlu'nu, Can
Yücel'i, Bertolt
Brecht'i, ee
Cummings'i, Nazım
Hikmet'i, İlhan
Berk'i ve daha
birçok şairi ben
öldürdüm.
'Eskitiyorum
eskitiyorum /
Kalıyor ne kadar
güzel olduğun'un,
'Bir viyolonsel gibi
çök yanıma'nın,
'Yanına bir anlam
aldı / Ve açıldı'nın,
'Aşk örgütlenmektir
bir düşünün
abiler'in ve daha
binlerce güzel
dizenin katili de
benim. Bütün bunları
kendim olmak için
yaptım, çünkü
okuduğum her incili
şairden ve pırıl
pırıl şiirden
etkileniyordum."
Cinayetleri için
iyi bir nedeni olsa
da katil olan bu
yazarın,
öldürdüklerinden
yaptığı alıntılarla
dolu olan
yazılarından alıntı
yaparak devam
edelim:
"Garip akımını
şapkasından bir
tavşan gibi çıkaran
şairlerden bir
diğeri olan Orhan
Veli, bir İstanbul
sevdalısıdır. Ama o,
güvercinlerden çok
martıları
yakıştırmıştır
İstanbul'a.
Vapurların
dantelidir martılar.
Oysa Oktay Rifat,
anadan doğma bir
güvercin tutkunudur.
O, doğanın yüreğini
dinleyen bir hekim
gibi dolaşır
ağaçların,
çiçeklerin,
kayaların arasında.
Doğanın içindeki
şiirsel gizi arar.
Güneşin altında
yaşamın ipuçlarını
bulmanın sevinciyle
gezinir durur.
Bacaları, kapıları,
pencereleri, saçak
altlarını gözler. Ve
güvercine uçup
kurtulmayı
yakıştırır:
Bir kedinin
ağzından kurtulur
Gibidir,
fırlarken saçakların
Altından; kanat
çırpar ve uçar.
Bizse eski
sapanla pusuda,
Dökülürken
üstümüze tüy tüy,
Uçmanın ve
konmanın sevinci,
Susarız yarı kuş,
yarı avcı.
Işık tekerlekleri
döner, yürür
Geceye otla
ağaçla bahçe,
Güneş yalar
kırmızı diliyle
Havada paçalı
güvercini.
Oktay Rifat,
güvercini kedinin
ağzından
kurtarırken, has
arkadaşı Melih
Cevdet ise, bir
aslan terbiyecisine
özenir gibi,
kafasını kedilerin
ağzına sokar:
<<Kediler özel
adlarını nasıl
bilirlerse şairler
de böyle gizemli
olarak bilirler
şiiri... Biz onlara
çeşitli adlar
takarız, fakat
onların bir de kendi
bildikleri, yalnızca
kendilerinin bildiği
bir adları vardır...
Biz şairler de
şiirin ne olduğunu
başkalarına
söylemeyiz, aramızda
kalır. Çok
direnirlerse,
bilmediğimizi itiraf
ederiz. Çünkü
bilmiyoruz.>>
Oktay Rifat,
çağdaş şiirimizin bu
üç ustasının el
verdiği 'Garip'
akımıyla ilgili
bildiklerini şöyle
anlatır bizlere:
<<On yıl kadar
önce sıcak bir yaz
günü, orta yaşlı bir
köylü yolunu sormak
için yanıma yanaştı.
Üstünde partal bir
palto, paltonun
altında bir ceket,
ceketin altında
yelek, yeleğin
altında da yakası
iliklenmiş mintanı
vardı. 'Yolunu
gösteririm ama önce
üstünden şu paltoyu
çıkart!' dedim.
Çıkarttı. 'Ceketi de
çıkart!' Onu da
çıkarttı. 'Şimdi de
yeleği çıkart!'
Çıkarttı. 'Çöz
mintanının
yakasını!' Çözdü.
'Sıva kollarını!'
Sıvadı. 'Senin
sorduğun yere
şuradan gidilir!'
dedim. Yürüyüp
gitti. Giderken bir
iki kez arkasına
dönüp baktı.
Kıssadan hisse:
Garip hareketi her
şeyden önce bir
havalandırma
hareketidir.>>
Oktay Rifat'ın bu
sözleri, beni iki
yeni şiir tanımına,
yani Melih Cevdet'in
şairlerin ne
olduğunu
bilmediklerini
söylediği şiirin
kıyılarına kadar
götürür. Bence şiir,
yeryüzündeki tüm
kuşları aynı anda
havalandırma
hareketidir. Ya da
kuşun kafesinden
soyunmasıdır. Evet,
şiir Akgün Akova'ya
göre biraz bunlar,
bunlar ve dilinin
dönmediği başka
şeylerdir."
İşte! işteeee,
O'na ismini de
söylettik ki böylece
bizim ismimiz
edebiyat tarihine
'gammaz' olarak
geçmedi. Katil, şair
ve yazar Akgün
Akova'nın
kitaplarını
okuyanlar, O'nun
kimleri öldürdüğünü
rahatça görebilir.
Bak Postacı Ölüyor
şiirinde isim isim
yazdıklarına bir
bakın:
işte şimdi tam
sırası değil mi
Edip Cansever'in
resmini bir pula
basmanın
Nazım'ın, Hasan
Hüseyin'in, Orhan
Veli'nin
işte şimdi tam
sırası değil mi
bir pula yazmanın
bir Attila İlhan
şiirini
İlhan Berk'in,
Turgut Uyar'ın,
Cemal Süreya'nın bir
şiirini
ne güzel olurdu
bir mektup
onlarla dolaşımda
Akova'nın
itirafını okuyan
polisler, katil
şairi tutuklamasalar
da PTT'ye haber
verirler ve başta
Orhan Veli olmak
üzere kimi şair ve
yazarlarımızın
resimlerinden,
şiirlerinden pullar
basılır. Her ne
kadar pul
yapıştırmak tercih
edilmese de pul
kullanan mektup
postalayıcılar da bu
işin öncülüğünü kime
borçlu olduklarını
bilsinler. Elbette
sırf şiirlerinde
değil düz
yazılarında da
katilimizin
marifetlerini
okuyabilirsiniz:
"Güvercinlerin
yüzlerce türü
vardır. Cüce
güvercin, gazzi
güvercin, gök
güvercin, paçalı
güvercin, taklacı
güvercin, trampetçi
güvercin bu türlerin
yalnızca bir
kaçıdır. Kumrular
ise, yerde yaşayan
büyük boylu
güvercinlerdir.
Orhan Veli, Kumrulu
Şiir'inde onları da
anar:
Duyduğum yoktu ne
vakittir
Güvercin sesi,
kumru sesi
pencerede;
İçime gene
Yolculuk mu
düştü, nedir?
Nedir bu yosun
kokusu,
Martıların
gürültüsü havalarda;
Nedir?
Yolculuk olmalı,
yolculuk.
Penceredeki
güvercin sesi midir,
kumru sesi midir?
Orhan Veli'ye göre
ikisi de evet, bana
göre ikisi de hayır!
Penceredeki ses,
Bıdı Hasan'ın
abisinin saldığı
güvercinlere
tuttuğumuz alkışa
karşılık veren
sestir. Ve bu yazıyı
yazmama yol açan da
o alkış sesidir."
Bize de bu yazıyı
yazmamıza neden olan
Akgün Akova'ya
katilliği için
teşekkür etmekten
başka bir şey
kalmıyor. Kendisinin
'sanatın içine
tüküren adam: Melih
Gökçek'e yazdığı
yazıyı unutmuş
değiliz.
"Yıllar önce,
Orhan Veli, Melih
Cevdet Anday ve
Oktay Rifat, Türk
şiirinin sokağa
çıkma hareketi olan
'Garip'i
başlattıklarında,
kendilerine, büyük
eleştiriler
yöneltilmiş ve
Gökçek'le akrabalığı
olup olmadığını
bilmediğim Yusuf
Ziya Ortaç şöyle
bağırmıştı: <<Sizi
bu ahlaksızların
yüzüne tükürmeye
davet ediyorum.>>
Tükürüğün kime
gittiğini, bilmem
söylemeye gerek var
mı?"
Atalay Yörükoğlu,
Nurullah Can,
Ercüment Uçarı,
Feride Çiçekoğlu,
Eduardo Galeano,
Melih Cevdet Anday,
Ülkü Tamer, Egon
Kragel, Onat Kutlar,
Hulki Aktunç, Edip
Cansever, Cemal
Süreya, Şükran
Kurdakul, Kemal
Özdemir, Burak Eldem,
Turgut Uyar, Erdal
Öz, Ülkü Tamer,
İlhan Berk, Oral
Çalışlar, Şebnem
İşigüzel, İlhami
Buğdaycı, Jacques
Prevert, Can Yücel,
Gökhan Akçura, Sunay
Akın, Sabahattin
Kudret Aksal, Pablo
Neruda, Özdemir Asaf,
Oktay Rifat, Nazım
Hikmet, Metin Altıok,
Cengiz Bektaş,
Langston Hughes,
Yannis Ritsos, Yorgo
Seferis,
Dostoyevski, Ahmed
Arif ve öldürdüğü
diğer kişilerden bir
kısmının listesi
kitaplarının
arkasında bir gurur
abidesi gibi
yazılıdır. Bu
kitaplardan Yıkık
Bir Çocuk Bahçesi
Gibiydi Yüzü'nün
sayfalarında, Orhan
Veli'yi O'nunla
kimin tanıştırdığını
yani diğer anlamda
suç ortağını da
okuyabilirsiniz:
"Okuma yazmayı
söküp, öğretmenim
önlüğüme kırmızı bir
kurdele taktığı
zaman, Terzi Orhan
elime bir kitap
tutuşturup 'Bunu
büyüyünce okursun!'
demişti. Kitabın
üzerindeki adı çat
pat hecelemiştim: 'Or..han..Ve..li'
'Sen mi yazdın bu
kitabı Orhan amca?'
diye sormuştum.
Gülmüştü. 'Yok be
küçük dostum'
demişti. 'Benim
adaşım yazmış! Bana
okumak düştü. 38
numara gömlek
giyermiş Orhan Veli.
Şık giyinmeyi
severmiş. Melih
Cevdet ve Oktay
Rifat adlarında iki
şair arkadaşı daha
varmış. Üçü, kumaş,
iplik ve düğme gibi
birbirlerinden
ayrılmazlarmış.
Şiire gündelik
hayatın elbisesini
giydirmişler. Ne de
iyi etmişler. Bak ne
demiş 'Dalgacı
Mahmut' adlı
şiirinde Orhan Veli:
Deniz yırtılır
kimi zaman,
Bilmezsiniz kim
diker;
Ben dikerim."
Bir süre sonra o
sokaktan
taşındıklarını ve
daha sonra Terzi
Orhan'ın başına
gelenleri, yazının
devamında
okuyabilirsiniz ama,
Akgün Akova'nın ne
zaman Orhan Veli'nin
Kapalı Çarşı şiirini
okursa aklına suç
ortağı Terzi
Orhan'ın geldiğini
söylemeliyim:
Giyilmemiş
çamaşırlar nasıl
kokar bilirsin,
Sandık
odalarında;
Senin de dükkanın
öyle kokar işte.
Ablamı
tanımazsın,
Hürriyette gelin
olacaktı, yaşasaydı;
Bu teller onun
telleri,
Bu duvak onun
duvağı işte.
Ya bu camlardaki
kadınlar?
Bu mavi mavi,
Bu yeşil yeşil
fistanlı...
Geceleri de
ayakta mı dururlar
böyle?
Ya şu pembezar
gömlek?
Onun da bir
hikayesi yok mu?
Kapalı Çarşı
deyip te geçme;
Kapalı Çarşı,
Kapalı kutu.
Her ağaca
tırmanışında
Yaprak'ların "aferin
sana Akgün" dediği,
bir çocuk olarak
kalmayı başarmış
katil, şair ve yazar
Akgün Akova'yı
sevmem bu
yüzdendir...
Kara Kedi Mırnav
Pist adlı şiirinde
intihar eden
Mayakovski'ye kızar
ve kedilerin intihar
etmeyeceği sonucuna
bağladığı şiirinin
arasına Orhan
Veli'yi de almadan
edemez:
Bi' gözü leyla bi'
gözü leylak
akrabaları vardır
Van'da
bi' Doğu ilinden
bi' İstanbul şiirine
Orhan Veli'nin el
yazısında ağız
dalaşı yaparlar
dört ayak üstüne
düşerler her
seferinde
Akgün Akova'dan
tek beklediğim; bir
gün beni de
öldürmesi...
