Ercüment Ekrem
Talu; "yazı ve resim
toplamaktansa, para
toplamak daha iyi...
Hatta aklını başına
toplamak hepsine
müreccehtir..." dese
de Reşid Halid Gönç
ölünceye kadar
koleksiyonuna devam
eder.
1892 yılında
İstanbul'da doğan,
İstanbul ve
Fransa'da eğitim
gören Reşid Halid
Gönç'ün bu
koleksiyonu imza,
ithaf ve fotoğraf
toplamaktı.
Koleksiyonuna
Yusuf Ziya Ortaç ile
başladığını söyleyen
Reşid Halid, Mülga
Telefon Şirketi'nde
çalışırken tanıştığı
ya da bulabildiği
gazeteci, yazar ve
karikatürcülerden
koleksiyonuna
katılmalarını rica
ederdi. Bu günlerde
pek çok zorluk
yaşıyordu kuşkusuz.
Bunlardan birini
şöyle anlatır:
"Resim ve yazısını
almak üzere
Ankara'da Dikmen'de
oturan Aka Gündüz'ün
evine gitmiştim. O
günlerde Dikmen
bomboş bir tarladan
ibaretti. Bir
bahçeden geçerken
on-on beş kadar
azılı köpeğin
saldırısına uğradım.
Elbiselerim param
parça olmasına
rağmen süratle
koşarak bir elektrik
direğine tırmanmasa
idim, büsbütün parça
parça olacaktım."
Elbiselerini
koruyamasa da Aka
Gündüz'ün kartını
korur: "İşte size
iki satırlık bir
yazı ki, hayatım
gibi manası yok..."
diye yazmıştır O da
ve tarih
21.5.1931'dir.
Bu
saldırı ve türlü
çeşitli diğer
zorluklar nedeniyle
olsa gerek Reşid
Halid işinden istifa
eder. Bir gazetede
çalışmaya başlarsa
bu koleksiyonu daha
rahat yapabileceğini
düşünerek, Sedat
Simavi'nin
başkanlığını yaptığı
"Matbuat
Cemiyeti"nin arşiv
memurluğunda
çalışmaya başlar.
Büyük bir özenle,
aynı boyutta kestiği
kartlara resim, imza
ve ithaf yerlerini
kurşun kalemle
çizerek arkasına da
şu notu düşerdi:
"lütfen Reşid Halid
yazınız"
Adındaki "D"
harflerine
gösterdiği özenden
dolayı "D'li Reşid
Halid" diye
çağırılmaya
başlanır. Kendisine
"deli Reşid Halid
Gönç" diyenlere hiç
bir şey demezken,
"Reşit Halit"
diyenlere ve
koleksiyonuna laf
söyleyenlere
yapmadığını
bırakmaz.
Bab-ı Ali'nin
büyük ilgisini çeken
bu koleksiyona
girebilmek için
hırsızlık yapanlar
da vardır. İsmail
Sivri'nin kartından
öğreniyoruz bunu:
İlk kartı verdiğiniz
gün, onu benden bir
arkadaş çaldı. Her
güzel şeyin
çalındığına bir daha
inandım. Bu kartı
şimdi kimsenin
çalmayacağını
biliyorum, üstad."
Koleksiyona
gösterdikleri önemi
belirtenler hiç de
az değildir. İşte
Nail Güreli: "Hiç
bir şey
beklememecesine,
bütün meşakkat ve
sefaletini peşinen
kabul ederek
geldiğim Bab-ı
Ali'de en büyük
mükafatımı kıymetli
koleksiyonunuza
kabul edilmekle
sizden almış
bulunuyorum."
İşte Recep
Bilginer: "Senin
sabrın, benim
ihmalimi yendi. Kim
bilir, daha kaç
kişinin benim gibi
peşinden
koşmuşsunuzdur,
imzalarını almak
için. İlerde bu çaba
senin için değil,
imzasını aldığın
insanlara
yarayacak."
Orhan Kemal gibi
birebir ilişkilere
önem verenler de
vardır: "Henüz
tanışmamış olmamız
tuhaf değil mi?...
Çoktandır haberli
bulunduğum
koleksiyonunuz,
tanışıp bundan böyle
merhabalaşmamıza
vesile olsun..."
Çıkarları için
yazanlar bunu açıkça
belirtir, işte
Burhan Arpad: "Reşid
Halid Gönç'e, bir
adet, Her Hafta
mecmuası (sayı: 17)
alabilmek için,
arzusu üzerine iş bu
satırlar kaleme
alındı."
Parayı düşünenler
de vardır, Ahmet
Hidayet Reel gibi:
"Hani bir Amerikalı
muharrir varmış. Her
yazdığı kelime için
bir dolar alırmış.
Meraklının biri,
'şuna bir dolar
göndereyim. Bakalım
ne yazacak?...'
demiş. Amerikalı
muharirden gelen
cevap şu olmuş:
'mersi'. Ben de o
Amerikalı muharrir
gibi olsaydım,
sizden beş - on para
koparabilecektim."
Şakayı Hikmet
Feridun Es gibi
abartanlar da
vardır: "Vallahi
parasız yazı yazmak,
borç para vermeye
benziyor... Müsaade
edin daha fazla
kazıklanmayayım."
Geçirdiği bir
kaza sonucu
çenesinin kırılması
ve ancak sola çarpık
olarak
kaynatılabilmesi
Reşid Halid'i
toplumdan
uzaklaştırır. Biraz
da huysuz biri
olması nedeniyle
genelde insanların
arasına pek çıkmaz
hale gelir. Hatta
gazetede arşiv için
ayrılmış olan odada,
masaların üzerine
serdiği gazete
kağıtları üzerinde
yatar, kalkar,
örtünmeye çalışır.
Çenesinin bu
hali, Aziz Nesin'in
kalemine konu olur:
"İkimizin de
menfaatlerine aykırı
olduğu halde, benim
kafam, senin çenen
aynı tarafa dönmüş.
Mükemmel bir eser
olan şu kıymetli
koleksiyonun bana
miras kalsın
isterdim."
Edebiyatımızın en
iyi kalemleri
yazmada zorluk
çekerler. "Haritada
Bir Nokta" adlı
öyküsünü
"yazmasaydım deli
olacaktım"
cümlesiyle bitiren
Sait Faik: "Yazı
yazmak kadar güç,
hiç bir şey yokmuş"
derken, Nazım
Hikmet: "Düşündüm,
taşındım buraya
hiçbir şey
yazamadım. Bu
cümleyi bile yazmak
acaip geldi" diye
yazar.
Feministlerle
Reşid Halid'in
başını belaya
sokmayalım,
koleksiyonda
kadınların da
imzaları bulunduğunu
duyuralım. Sabiha
Sertel, Peride
Celal, Vasfiye
Özkoçak, Kerime
Nadir, Suat Derviş,
Adviye Fenik gibi
imzaların olduğu
Gazeteciler Cemiyeti
Yayınları tarafından
1984'te yayımlanan
Reşid Halid Gönç'ün
koleksiyonundan Bab-ı
Ali'nin Hatıra
Defteri'nin 1.
cildindeki en eski
imza 6.5.1925
tarihli Halide Edip
Adıvar'a, en son
imza da 3.5.1965
tarihiyle Deniz
Banoğlu'na aittir.
Tüm bunların yanı
sıra koleksiyonu
gereksiz bir iş
olarak görenlerin
tarafında Ercüment
Ekrem Talu tek
başına değildir:
"Muhterem Beyefendi,
merakınızı delilik
telakki edeceklerin
çok olduğunu
düşündünüz mü?"
diyen Ahmet Haşim
yanılmaktadır.
Çoğunluğun beğeni
ve takdirlerini
toplayan bu
koleksiyon,
yazarların
kendileriyle dalga
geçmesine de şahit
olur. Adnan Veli
Kanık: "Meyhaneden
en son çıkana çok
kızdığım halde, her
zaman en son ben
çıkarım. İthaf
etmeyi hiç
sevmediğim halde
daima sevgiyle ithaf
ederim" diye yazarak
kendisiyle dalga
geçerken, Yaşar
Kemal Gökçeli tüm
yazar - çizer
takımıyla dalga
geçer: "Sağ olun,
hepimizi bir araya
getirmeye
çalışıyorsunuz.
Dövüşmezsek çok iyi
bir düşünce."
Dürüstçe yazılan
bu yazıların içinde,
gösterdiği tevazu
ile özel bir yer
edinir Doğan Nadi:
"Bana kadar gelip
yazı istenince,
koleksiyon hiç
şüphesiz en ufak bir
eksikten dahi
kurtulmuş oldu."
Sanki Doğan
Nadi'ye nispet yapar
Orhan Veli ve şu
satırları karalar:
"Kıymetli
koleksiyonuna
kıymetsiz iki satır,
bir de kıymetsiz
resim. Aynı cinsden
bir de imza."
Orhan Veli gibi
yaşamı boyunca
başına pek çok kaza
gelen Reşid Halid'in
ölümü de yine Orhan
Veli'nin ölümü gibi
bir düşme sonucu
gerçekleşir. 1966
yılında, bir bayram
günü, gazeteden
aldığı davetiye ile
gittiği Aksaray'daki
bir tiyatronun
merdivenlerinden
düşer ve komaya
girer. Kısa bir süre
sonra da ölür. Ölümü
üzerine Tahir Alangu
şunu söyler: "Reşid
Halid Gönç, Bab-ı
Ali'ye ilk düştüğü
gün komaya girmiş,
bir daha da kendine
gelememiş ve
ölmüştür. Yazık, çok
yazık, pek yazık..."