ŞARKILARDAN FAL
TUTALIM, ŞİİRLERLE
ŞAİRLERE
Bu gece gene
Bulutlar alçaktan
uçarken
Sokaklarda
dolaşacağım
Sen elleri cebinde
gezen
Islıkla çaldığın
şarkıların
Bu akşam en güzelini
söyle
Sabahattin Kudret
Aksal'ın Islıkla
Şarkı'sında bize
seslendiğini farz
edip, üzerimize
alınalım ve
ellerimizi cebimize
sokarak hep beraber
bir şarkı
mırıldanalım, var
mısınız?
Telgrafın tellerine
kuşlar mı konar
İnsan sevdiğine
canım böyle mi yapar
Umarım bestesine
göre
söylüyorsunuzdur ve
sormamışsınızdır
"niye o kadar
uğraştırıp,
ellerimizi cebimize
sokturduktan sonra
bize bu türküyü
söylettin" diye.
Merak etmeyin
açıklayacağım ama,
önce biraz laf
kalabalığı yapalım.
Bir kaç sene önce
Müjdat Gezen de
şarkı ve
türkülerimizdeki 'abuklukları'
eleştirmişti.
Örneğin:
Kundurama kum doldu
Atmaya kürek gerek
türküsü için şunları
soruyor:
"Bir kere bu adam ya
plajda ya çölde
yürüyor. Plajda ise
ayakkabıyla ne işi
var? Çölde ise kürek
ne arar? Ayrıca
hangi boy kürek bir
ayakkabının içindeki
kumu dışarı
çıkarabilir?
Denedim, şömine veya
soba küreği bile
ayakkabının içine
girmiyor. İnşaat
küreği zaten
giremez. O zaman
kunduradaki kumu
boşaltmak için nasıl
bir kürek istiyor bu
adam?"
Bir başka hafta da
Saza Niye Gelmedin?
türküsünün
Geçen cuma
gelecektin
Aylar oldu gelmedin
mısralarına takmış
haklı olarak ve o
güzel üslubuyla
soruyor:
"Haydaa..
Artık geçen cuma
dedikten sonra aylar
olabilir mi?"
Doğrusu kutlamak
gerekir Müjdat
Gezen'i. Sırf
tespitleri için
değil, mizahi bir
dille de olsa
eleştirdiği için
kutlamalı. Öyle ya
"Vay efendim, zaten
türkülerimize sahip
çıkılmıyor, bir de
sen saldırıyorsun"
diyenler çıkabilir
ama, Müjdat Gezen
hiç düşünmez bunları
ve bir başka hafta
Manda yuva yapmış
söğüt dalına
Yavrusunu sinek
kapmış
Gördün mü?
diyerek devam
eder... Amacım
Müjdat Gezen'e
özenip benzer
tesbitler yapmak
olmadığından biz
kendi türkümüze
dönelim:
Telgrafın tellerini
arşınlamalı
Yar üstüne yar
seveni kurşunlamalı
Tam beş defa
Kurşuna dizildi
Mernuş
Ya kurşunu sıkan yar
değildi
Ya kurşun kurşun
değildi
Ya Mernuş Mernuş
değildi
"Bu türkü o türkü
değil" diyenleriniz
çıkmıştır hemen.
Elbette, bu zaten
türkü değil, Bedri
Rahmi Eyuboğlu'nun
Telgrafın Telleri
şiiri ama, o türkü
yüzünden Bedri Rahmi
de aynı hataya
düşmüştür.
Necati Cumalı ise
Bavullarımı
Hazırlamalıyım adlı
şiirinde:
Artık bavullarımı
hazırlamalıyım
Kim bilir nasıl
sevinecek evdekiler
Böyle habersiz
gelişime
Allaha ısmarladık
Telgraf telleri,
ağaçlar, dere
Tekrar görüşmek
isterim sizinle
Yolculuk
arkadaşlarım
derken; Cengiz
Onural da Yeni
Türkü'nün Külhani
Şarkılar adlı
albümüne aynı isimli
bir şarkı sözü
yazmış ve aynı
hataya
yakalanmıştır.
Bu teknik konuyu
basite indirgeyerek
şöyle
açıklayabiliriz:
"Belirli iki merkez
arasında önceden
bilinen işaretler
yardımıyla, yazılı
haberlerin
iletişimini sağlayan
düzenek" olarak
adlandırabileceğimiz
telgrafın çalışma
prensibi; iki merkez
arasındaki tele,
zaman zaman ve kesik
kesik elektrik
vermekten ibarettir.
Yani iki nokta
arasında bir iletken
tel gerilidir ve
böylece haberleşme
sağlanır. Eski
sistemlerde iki
iletken tel
kullanılsa da
'telgrafın telleri'
demekle tekil-çoğul
hatasına
düşülmüştür.
Aranızda şu
savunmayı
yapanlarınız da
olacaktır:
"Telgrafın tek teli
olabilir ama,
değişik noktalar
arasındaki hatlar
düşünülerek bu çoğul
takısı
kullanılmıştır."
"Bu durumda
söyleyebileceğim bir
şey yok"
diyemiyorum,
isterseniz bir de
Muzaffer
Buyrukçu'nun Gece
Bitmedi (Cem
Yayınları - 1995) adlı
romanının 218.
sayfasından bir
alıntı yapalım:
"Altı telli eski
telgraf telleri
porselen fincanlıydı
ve ağaçtandı.
Telgrafın tellerine
kuşlar konmuştu ve
Zeki Müren şarkı
söylüyordu."
Burada Muzaffer
Buyrukçu, altı
telli, porselen
fincanlı demekle
enerji nakil
hattından bahsetmiş
olsa da sözü geçen
şarkı yüzünden bu
hatları telgraf
hatları sanmıştır.
Necati Cumalı bir de
Kırkikindi
Yağmurları adlı
şiirinde Muzaffer
Buyrukçu gibi enerji
nakil hatlarını
telgraf telleri
sanmıştır:
Trenler geçip
giderken küçük
kuşlar
Durmadan yer
değiştirir telgraf
tellerinde
Suçun tamamıyla bu
türkümüzde olduğunu
tekrarlayarak, bu
çok önemli hatayı
(!) düzeltelim ve
Bedri Rahmi
Eyuboğlu'nun
Türküler Dolusu'ndan
yapacağımız şu
alıntıyla biz de
türkülerimize olan
bağlılığımızı
ispatlayalım:
Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana südü gibi candan
Ana südü gibi temiz
Bu kadarla da kalmaz
Bedri Rahmi'nin
şiiri ve ilerleyen
mısralarında bir de
türkü ismine
rastlarız. Eh! hep
şiirlerden şarkı
sözü yapılacak değil
ya! Biraz da onlar,
yani türkülerimiz
girsin şiirlerimize
ve biz şarkılardan
fal tutalım,
şiirlerle
şairlere...
Öncelikle Bedri
Rahmi'nin şiirini
tamamlayalım:
Ah bu türküler köy
türküleri
Ne düzeni belli ne
yazanı
Altlarında imza yok
ama
İçlerinde yürek var
Cennet misali
sevişen
Cehennemler gibi
döğüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi
inleyen
Nasıl unutulur nasıl
Ömründe bir defa
Kazım'ın türküsünü
dinleyen
Bedri Rahmi'den bir
yaş küçük olan bir
şair de dinlemiştir
bu türküyü, hem de
defalarca ve
Efkarlanırım adlı
şiirinde yer
vermiştir ona:
Mektup alır,
efkarlanırım;
Rakı içer,
efkarlanırım;
Yola çıkar,
efkarlanırım;
Ne olacak bunun
sonu, bilmem.
"Kazım'ım
Türküsünü" söylerler
Üsküdar'da;
Efkarlanırım.
Bu kadar eflarlı
şair elbette ki
Orhan Veli'dir...
Falımızda üç vakte
kadar bir şiir daha
görünür. Bir, iki,
üç... diyerek üç
vakti doldurursak,
göreceğimiz şiir
Salah Birsel'in
Dünya İşleri'dir.
...
Bir kargaşa ki kimse
kimseyi görmüyor
İşte bir şarkıcı
Ben Esmeri Badem İle
Beslerim
türküsünü çığırıyor
Şarkılardan fal
tutmaya devam
edersek karşımıza
şair olarak Özdemir
Asaf, şiir olarak
Şarkılar çıkar:
Her şarkının
götürdüğü yer başka,
Hepsi başka başka
sinmiş içime.
Biri, Büyükdere'ye
götürüyor,
Biri on altı yaşımın
Kadıköy'üne.
"Kimse sevgimi
bilmez" şarkısı
Eskiden ağlatırdı
beni;
Şimdi düşündürüyor.
Hazır düşündürmeye
başlamışken
falımızdan bir şiir
daha bulalım. Adı
Bilir misin, şairi
de Melih Ziya Sezer:
Senin yüzündendir
sevdiğim
Yıldızlara
bakakalmam
Sokaklarda dolaşmam
Ay ışığında
Ve ayazda
İliklerime kadar
ıslanmam
Yağmur altında
Farkında olmayarak
Ve
Bir düzüye ıslıkla
çağırmam
Senden bilirim yok
bana
bir faide ey gül
Şarkısını
...
Fincanı bir kenara
bırakıp, fala tabağa
bakarak devam
edersek; orada da
bir şiir vardır.
Necati Cumalı'nın
Adına Yaktığım
Türküler'i:
Küçüktüm annem
söyledi
"Atımın adı
Dilber'dir"
"İskender bey
damadımdır"
Büyüdüm neden sonra
anladım
Has bahçede kör
sarmaşık
Karışık güller
arasında
Orhan Veli'nin
sarhoş olduğu
zamanlarda;
Gene yeşillendi
Niğde bağları
Bize mesken oldu
hapis damları
türküsünü
"çağırmaya"
başladığını söyleyen
Mehmed Kemal,
yazısına şunu
ataşlamayı ihmal
etmez:
"Bu türküyü
çağırmaya başladı
mı, bilesiniz ki
Orhan sarhoş
olmuştur."
O'nun türkü
sevdasını bilenler
her zaman O'na türkü
söyletmeye
çalışırdı. Örneğin,
Sait Faik yaptığı
bir röportaj
sırasında lafı o
mısra senin bu mısra
benim döndürüp
dolaştırır ve şaire
bir türkü
mırıldattırır:
Akşam olur hapishane
kilitlenir
Kimi kağıt oynar,
kimi bitlenir
Kiminin temyizden
kağıt gelir
Düştüm bir ormana
yol belli değil
Yatarım yatarım gün
belli değil.
Hapishane içinde üç
ağaç incir
Kollarım kelepçe
anam boynumda zincir
Zincir sallandıkça
her yanım sancır
Düştüm bir ormana
yol belli değil
Yatarım yatarım gün
belli değil.
"Kimin olursa olsun
güzel şiir!" der
Orhan Veli ama,
söylediği başka
türküler de vardır.
İşte ölen son
dinozorumuz, Mina
Urgan'ın hatırladığı
bir türkü:
"Hava iyi olunca,
Küllük denilen
Eminefendi kahvesi
toplantı yerimizdi.
Şimdi Beyazıt
meydanında oturulup
bir çay içilebilecek
tek yer olan caminin
arkasındaki çınarlı
kahveye kimseler
rağbet etmezdi
eskiden. Eminefendi
kahvesine yalnız
öğrenciler değil;
ressamlar, yazarlar,
şairler de gelirdi.
Ankara'da
olmadıkları zaman
Orhan Veli, M.
Cevdet ve Oktay
Rifat ile orada
buluşurduk. Orhan
Veli'nin bacakları
öyle ince ve öyle
uzundu ki, alçak
tahta iskemlesinin
üstünde otururken,
herkes gibi bacak
bacak üstüne atmaz,
bacaklarını
birbirine dolardı.
Abidin Dino'nunki
kadar biçimli olan
elini, delik deşik
izlenimini veren
yanağına koyar, bir
türkü söylerdi ara
sıra:
Cihan da bilir benim
sana yandığım,
yandığım aman
Ellerim koynumda
garip kaldığım,
kaldığım aman.
Böylesi çatlak bir
sesle bu kadar güzel
türkü söyleyeni
ömrümde duymadım."
Sizin sesiniz de
çatlak olsa bile bu
türküden sonra var
mısınız, ellerinizi
cebinize sokup bir
türkü mırıldanmaya?
Yok eğer, bilmiyorum
ya da söyleyemem
diyorsanız,
radyonuzun
kanallarını bir
tarayın. Eminim o
onlarca kanalın
birinde bir türkü
çalıyor şu an. Bunu
benim için değil,
Orhan Veli için
yapın. Orhan Veli
türkü mırıldanmamızı
Son Türkü'sünde
istiyor:
Sular çekilmiye
başladı köklerde
Isınmaz mı acaba
ellerimde kan?
Ah! Ne olur bütün
güneşler batmadan
Bir türkü daha
söyleyelim bu
yerde!...
|