KÜÇÜCÜK HATALAR
Agatha Christie'nin
11 kayıp gününün
Orhan Veli'yle
birlikte geçirdiğini
iddia eden Deniz
Kutlukan'ın Nisan
1997 tarihli Negatif
dergisindeki
yazısını görünce şok
oldum.
"Agatha Christie
kocası Archie'nin
aldatması sonucu on
bir gün ortalıktan
kayboldu ve biz onun
bilinmeyen bu on bir
gününü nerede,
kiminle ve nasıl
geçirdiğini ortaya
çıkardık... Bu
tarihi bilgiyi siz
okurlarımızla
paylaşmaktan gurur
filan duyuyoruz.
Agatha Christie, bu
on bir günü Orhan
Veli'yle birlikte
geçirmiş. Ve iki
ünlünün ilişkisi
başlangıçta tamamen
arkadaşlık
ilişkisiymiş. Aşk
sonradan gelmiş...
Ve aşkları sırasında
Orhan Veli tam 30
mektup göndermiş
Agatha'ya."
1926 yılında benim
bildiğim kadarıyla
on
gün boyunca
ortalıkta gözükmeyen
ve kendisinden
hiçbir haber
alınamayan Agatha
Christie'nin arabası
bir göl kenarında
bulunur. Üstelik
ağaca çarpmış olan
arabanın içindeki
bavullar etrafa
dağılmıştır. Yazarın
gölde boğulduğu
düşünülmüşse de on
gün sonra hiçbir şey
olmamışçasına ortaya
çıkan yazar, 1976
yılında 85 yaşında
ölür ama, bu sır
olan on gün ne
yaptığını hiç bir
zaman açıklamaz.
Orhan Veli'nin
1914'te doğduğunu
bilmesem, 1926'da 12
yaşında olduğunu
hesaplayamasam ben
de bu şahane habere
hemen inanacağım
ama, ne yazık ki
hayretler içerisinde
yazıyı okumaya devam
ettim:
"Orhan Veli,
şairliği ve
akşamcılığının
yanında sıkı bir
polisiye okuruydu
aslında. İşte bu
gizli kalmış yönünü
yıllar sonra ortaya
Negatif çıkardı. O
yıllarda ülkemizde
polisiye roman pek
popüler bir yazın
türü olmadığından
şairimiz hep yabancı
kaynaklara yönelmek
zorunda kalıyor,
yurt dışına giden
bir arkadaşına büyük
bir hassasiyetle
verdiği siparişlerin
başında hep dedektif
romanları geliyordu.
Conan Doyle okuyarak
başlamış sanırız bu
işlere.
O dönem sık sık
yurtdışına giden bir
arkadaşı şöyle
diyor; 'Ne zaman
garpa yolum düşse,
elime bir liste
tutuşturur ve
bunları almadan
gelme sakın derdi
rahmetli. Ona
yapabileceğiniz en
büyük kötülük henüz
okumadığı bir
polisiye öyküdeki
katili söylemek
olurdu...'
Orhan Veli'nin bu
merakı Agatha
Christie'nin
kitaplarıyla
tanışınca gerçek bir
tutku halini aldı.
Arkadaşları Orhan
Veli'nin bir dönem
kendisine bir safari
şapkası aldığını ve
ortalıkta Hercules
Poirot gibi pipo
içerek dolaştığını
söylüyorlar.
Tavırları ve
imajıyla gerçek bir
dedektif görüntüsü
çizerek Beyoğlu
meyhanelerinde boy
gösterirmiş kendisi.
Onun bu merakını
bilen arkadaşları
kendisine Şair
Poirot diye bir
lakap takmışlar.
Rakı muhabbetlerinin
sonlarına doğru
herkes iyice kafayı
bulduğunda Orhan
Veli ayaklanır ve
Poirot'nun mühim
monologlarını
ezberinden okumaya
başlarmış.
Orhan Veli Agatha
Christie'ye olan
hayranlığı sonucu
ona mektup yazmaya
başlamış. Derin bir
hayranlıkla kaleme
aldığı bu
mektupların çoğu
şimdi kayıp.
Fakat yine o dönemki
bir arkadaşının
anlattığına göre
rakı muhabbetlerinin
sonlarına doğru bu
mektuplar hep mevzu
edilir ve
arkadaşları Orhan
Veli ile bu umutsuz
aşkı yüzünden dalga
geçerlermiş. Ama
Orhan Veli hiçbir
zaman ümitsizliğe
kapılmaz, onların
değdirmelerine
aldırmazmış.
Orhan Veli yaklaşık
üç yıl boyunca
İngiltere'ye otuz
kadar mektup yazmış.
Tabii Agatha
Christie'nin bu
mektupları fark
etmesi biraz zaman
almış. Günde
yüzlerce mektup alan
Agatha bu mektuplar
içinden Türkiye'den
gelen özel bir
tanesini fark edene
kadar uzunca bir
zaman geçmiş. Fakat
sonra Orhan Veli'nin
duygu dolu, hisli
mektuplarından
birini keşfedince,
ki bir iddiaya göre
zarfın içinde kuru
ve sarı bir gül
varmış, o da cevap
yazma gereği duymuş.
Kafka ile Milena
gibi mektuplar
sayesinde bir
arkadaşlık doğmaya
başlamış aralarında.
Orhan Veli ona
şiirlerini
İngilizce'ye
çevirerek yazmış,
Agatha da o sırada
yazmakta olduğu yeni
kitap hakkında
bilgilendiriyormuş
şairimizi.
Bu iki önemli
edebiyatçı
arasındaki
arkadaşlık yavaş
yavaş aşka dönüşmüş
olmalı ki Agatha bir
ara Doğu Ekspresine
atlayıp İstanbul'a
gelmiş. Kendi hayat
hikayesi içinde 11
günlük bir muamma
olan bu günleri
İstanbul'da, Orhan
Veli'yle birlikte
geçirdiğine dair
sağlam kaynaklar var
elimizde. Görünen o
ki Agatha, Orhan
Veli'nin yoğun ve
ısrarlı davetlerine
en sonunda karşılık
vermeye karar vermiş
olmalı. Aralarındaki
mektup
arkadaşlığının nasıl
ve ne zaman bir aşka
dönüştüğü belirsiz
fakat Beyoğlu
sokaklarının ve
meyhanelerinin bu
işte parmağı olduğu
rahatlıkla
söylenebilir.
Yine arkadaşlarının
anlattıklarına göre
Orhan Veli,
Agatha'yı bir akşam
Degüstasyon
meyhanesine götürmüş
ve rakı içmeyi
sevmeyen
mektup-sevgilisine
rakı içirerek, onu
sarhoş etmiş. Tabii
sonra Agatha'yı
Degüstasyon'dan Pera
Palas'a kadar
taşımak zorunda
kalmış. Gecenin geri
kalanının nasıl
geçtiği konusunda
elimizde yeterli
doküman yok, o
yüzden kimsenin
günahını alamayız.
Orhan Veli'nin
dostları, onun on
bir gün boyunca
hayattan çok zevk
alan, mutlu bir
insan olduğundan söz
ediyorlar. Agatha
ile beraber
Piyerloti'ye,
Emirgan'a gitmişler.
Onları
Sultanahmet'te
nargile içerken
gören bir görgü
tanığı bile var. O
yıllarda Çorlulu Ali
Paşa Medresesi'nde
mangalcılık yapan
bir tanığın ağzından
dinliyoruz;
'Orhan Veli yanında
ecnebi bir bayanla
gelince çok
şaşırdık. Zira
genelde yalnız
gelirdi. Beraber iki
elmalı nargile
içtiler. Yanındaki
bayanla bizim
anlamadığımız bir
dilde uzun uzun
konuştular. Kırk
yıllık ahbap
gibiydiler.'
Edebiyat
çevrelerinde hatırı
sayılır bir
şaşkınlığa yol
açacağına
inandığımız bu
önemli bilgileri
tarihin tozlu
sayfaları arasından
çekip çıkarmayı
kendimize görev
bildik. Bu iki
önemli şahsiyet
arasındaki aşkın bu
güne kadar
bilinmemesi, bu
aşkın ne kadar özel
ve anlamlı olduğunu
gösterir diye
düşünüyoruz."
Bir solukta okunan
yazı, soğuk havada
denize düşmüşçesine
etkiliyor insanı. 12
yaşındaki Orhan
Veli'yi düşünmeyi
bir kenara
bırakıyorum,
Fransızca değil de
İngilizce bilen bir
şair Orhan Veli'yi
hayal etmeye
çalışıyorum.
Kendisinden 23 yaş
büyük bir kadınla
birlikte olamaz
diyemedim. Ne de
olsa kendisi,
aşklarından
bahsettiği Aşk
Resmigeçidi'nde
yazmıştır bunu:
Üçüncüsü Münevver
Abla, benden büyük
Yazıp yazıp
bahçesine attığım
mektupları
Gülmekten katılırdı,
okudukça.
Bense bugünmüş gibi
utanırım
O mektupları
hatırladıkça.
Tüm bunları
düşünürken yazının
altındaki bit kadar
harflerle, baş aşağı
yazılan birkaç
kelime dikkatimi
çekiyor:
"Yukarıdaki yazı bir
nisan parodisidir.
Ciddiye almayınız"
İşte o zaman kafamda
şiir kaçkını
şimşekler çaktı ve
neden hiç tarih
verilmediğini ya da
'bir arkadaşın'
isminin
söylenmediğini
anlayabildim...
'Parodi'yi hoş
bulduğumu
belirtmemin yanı
sıra; yaş ve yabancı
dil bilgisi gibi bir
iki ufak (!) detayı
daha uygun
olabilecek bir yazar
yerine Orhan Veli'yi
seçerek bana bu
yazıyı yazmaya
malzeme hazırlayan
Deniz Kutlukan'a ve
Negatif'in o
dönemdeki yazı
işlerine teşekkürü
bir borç bilirim.
Benzer hatalar ya da
eksiklikler her
zaman olmuştur. Bir
başka örnek Asım
Bezirci'nin
hazırladığı yaşamı,
kişiliği, sanatı,
eserleri ile Orhan
Veli'dedir. Kitabın
hiçbir baskısının
sonundaki
kaynakçada, Orhan
Veli'nin
çevirilerinin
arasında Milli
Eğitim Bakanlığı
yayınları arasında
yayımlanan Jean
Anouilh'un Antigone
adlı eseri
bulunmamaktadır.
Oysa ki Orhan
Veli'nin iki basım
yapan tek çevirisi
budur ve üstelik
Ankara'da Küçük
Tiyatro'da (açık
saçık bulunan
sahneleri
çıkarılarak da olsa)
oynanmıştır da...
Bunun yanı sıra
Moliere'den yaptığı
çeviriler kimi
baskıda (Can
Yayınları ve Altın
Kitaplar) iki,
kiminde (Evrensel
Yayınları) üç çeviri
gözükse de sadece
1979 tarihli
dördüncü basımda
(Gözlem Yayınları)
doğru rakam
verilmiştir. Orhan
Veli, Moliere'in
dört eserini (Tartuffe,
Sicilyalı Yahut
Resimli Muhabbet,
Versailles Tuluatı
ve Scapinin
Dolapları) Türkçe'ye
çevirmiştir.
Yine Asım
Bezirci'nin
incelemesindeki bir
başka 'baskılar
arası ilginçlik' ise
kitabın sonundaki
'Basında
Yankılar'dadır.
Mehmed Kemal 7 Kasım
1972'de Barış
Gazetesi'nde bu
kitapla ilgili
yazdığı yazıda Asım
Bezirci'nin bir
yanlışını düzeltir:
"Sayın Bezirci izin
verirse, bir noktayı
açıklığa kavuşturmak
istiyorum: Orhan'ın
'Böyle havalarda
istifa ettim...
Evkaftaki
memuriyetimden...'
diye iki dizesi
vardır. Bezirci,
'Buradaki Evkaf sözü
için bütün hayatını
daire ile ev
arasında geçiren,
bundan başka hayat
bilmeyen küçük
memuru anlatmaya en
elverişli kelime
idi' diyor. Çünkü
Orhan, PTT'de
çalışıyor, ordan
istifa ediyor, evkaf
sözcüğünü
kullanıyordu. Bunu
açıklayacağım işte.
Orhan'ın çalıştığı
PTT, Evkaf
apartmanında idi.
Orhan, Evkaf'taki
PTT'de çalıştığı
için oradan ayrıldı.
Bu sözü bunun için
de söylemiş
olabilir. Bunu Şahap
Sıtkı'dan ve Melih
Cevdet'ten de
sorabilir. Başka
tanıklar da vardır
sanıyorum. Avukat
Mennan Cemil, Reşat
Cemal Emek, Kemal
Zeki Gençosman...."
Ne var ki Asım
Bezirci, Mehmed
Kemal'in bu
düzeltmesini Cem
Yayınları'nın
baskısına koysa da
sonraki baskılardan
bu paragraflar
nedense çıkarılır.
Böylece bu not da
diğer yayınevleri
sayesinde küçücük
hatalar listesine
dahil edilir.
Memet Fuat'ı da
dikkati için
kutlamak gerek.
Varlık Yayınları'nın
hazırladığı Orhan
Veli'nin Bütün
Şiirleri'nin
sekizinci basımında
bir yanlış bulmuş.
Destan Gibi'nin
birinci baskısıyla
karşılaştıran yazar,
Yaşar Nabi'ye bu
yanlışı 'özel
olarak' söyler.
Dokuzuncu baskıda bu
yanlışın
düzeltilmemiş olması
üzerine bir yazı
yazar:
"Destan Gibi'nin
birinci baskısına
göre bu parçada iki
yanlış var:
'İskeleye yanaşsın'
dizesi, 'Hele şu
Haliç vapuru'ndan
sonra gelecek; 'Ne
de gurbet elde
yalnız' dizesinin
sonunda ise virgül
değil, nokta olacak.
Kitabı baştan sona
inceleyip de bulmuş
değilim bunları.
Sekizinci baskıyı
karıştırırken gözüme
çarpan yanlışların
en önemlisi bu dize
yanlışıydı,
dokuzuncu baskıda
düzeltilmiş mi diye
baktım,
düzeltilmemiş. Bütün
Şiirleri'nin onuncu
baskısını Orhan
Veli'nin kendi
yayımladığı ilk
baskılarla
karşılaştırarak
hazırlamak
gerekiyor."
Yaşar Nabi böylesi
bir tepki karşısında
ne yaptı bilmiyoruz
ama, Bütün
Şiirleri'nin onuncu
basımında bu
yanlışın
düzeltildiğini
görebilirsiniz.
Aile Dergisi'nin
1947 yılının ilk
sayısında yaptığı
ise bambaşka bir
yanlışlıktır.
Aileler için
yayımlanan bir
dergide Denizi
Özliyenler İçin
şiirinin bazı
mısraları yer
alamazmış, bu yüzden
çıkarılan mısralar
şunlardır:
Köpükler ki
insanlarla
Zinaları ayıp değil.
Aynı Aile dergisi,
Orhan Veli'nin
ölümünden sonra da
(İlkbahar 1951
sayısında) iki şiir
yayımlar. Şevket
Rado'nun şiirlerle
ilgili yaptığı
açıklama daha
sonradan unutulanlar
denizinde dibe
gömülerek balçık
tarlasında kaybolur.
Böylece bu şiir
Orhan Veli'nin
istemediği şekilde
yayımlanmaya başlar:
"Bu sayımızda Orhan
Veli'nin en son
yazdığı iki şiirini
neşrediyoruz. Orhan
Veli bu şiirleri
bana ölmeden iki ay
evvel getirmişti.
İkisinin de yaşamaya
dair oluşu şimdi
insanın yüreğini
sızlatıyor.
Arka sahifelerde
göreceğiniz bu
şiirleri, Aile
dergisi üç ayda bir
çıktığı için hemen
neşredememiştik.
Orhan Veli şiirleri
bıraktığından bir ay
sonra tekrar geldi.
Yaşamak adlı
şiirinin son üç
mısraını
çıkaracağını
söyledi. Ben bu üç
mısraın, şiirdeki en
güzel mısralar
olduğunu söyledim.
-Evet, dedi, öyle
ama lüzum yok. Ondan
evvelki mısralarda
her şey anlatılmış
oluyor. Son üç mısra
bir tekrardır;
lüzumsuz
tafsilattır.
Çıkarırsak şiir daha
tamam, daha mükemmel
olur.
Ben kendisine aynı
fikirde olmadığımı
tekrarlamakla
beraber neşrederken
çıkaracağımı
söyledim. Müsterih;
çıktı gitti.
Orhan Veli'nin şiir
anlayışı ve çalışma
tarzı hakkında bir
fikir verir ümidiyle
aramızda cereyan
eden konuşmayı da,
şiirin sonunda ayrı
karakterlerde
harflerle yazılan:
Yaşamak kolay değil
ya kardeşler
Ölmek de değil?
Kolay değil bu
dünyadan ayrılmak
mısralarını da
aynen, ilk yazmış
olduğu gibi
neşrediyorum. Şair
hayatta olsaydı
şiirde bu son kısım
bulunmıyacaktı.
Bu sayıda
neşrettiğimiz her
iki şiirin de Orhan
Veli'nin en güzel
şiirlerinden
olduğunu söylemeğe
bilmem hacet var mı?
RUBAİ
Ömrün o büyük
sırrını gör bir bak
da
Bir tek kökü kalmış
ağacın toprakta
Dünya ne kadar tatlı
ki binlerce kişi
Kolsuz ve bacaksız
yaşayıp durmakta
YAŞAMAK
Biliyorum, kolay
değil yaşamak;
Gönül verip türkü
söylemek yar üstüne;
Yıldız ışığında
dolaşıp geceleri,
Gündüzleri gün
ışığında ısınmak;
Şöyle bir fırsat
bulup, yarım gün,
Yan gelebilmek
Çamlıca tepesine...
-Bin türlü mavi akar
Boğaz'dan-
Herşeyi unutabilmek
maviler içinde.
II
Biliyorum, kolay
değil yaşamak;
Ama işte
Bir ölünün hala
yatağı sıcak,
Birinin saati
işliyor kolunda.
Yaşamak kolay değil
ya, kardeşler,
Ölmek de değil;
Kolay değil bu
dünyadan ayrılmak"
Bu 'lüzumsuz
tafsilat'ları
unutmamak şartıyla
bir kenara bırakalım
ve bir başka şiire
uzanalım:
Bir çocuk uzaklarda
ve keçiler
Sazlıklar arkası
bakarken ufka
Şarabı iki sevgi
arası ver
İki dost arası
Orhan'la Kafka
İki dost arası
şarabı yudumlayan
şair Oktay Rifat,
1988 yılının nisan
ayında ölerek kötü
bir şaka yapmıştır
ama, arkasından
yazılanlara bakacak
olursak, bu küçücük
hatalara ek yapma
şansımız doğar...
20 Nisan 1988
tarihli Cumhuriyet
Gazetesi, ilk
sayfadan duyurur
şairin ölümünü. Bir
de fotoğraf
kullanırlar. Orhan
Veli, Şinasi, Oktay
Rifat ve Melih
Cevdet'in yan yana
oturdukları bu
fotoğrafın altında
bir şiir ve şiirin
Oktay Rifat'ın ölümü
üzerine yazıldığını
açıklayan bir not
yazılıdır. Oysa bu
şiir, Melih
Cevdet'in 1946
tarihinde yayımlanan
Rahatı Kaçan Ağaç
adlı kitabındaki
Fotoğraf şiiridir ve
son mısrada Oktay
Rifat'ın ölümü
ardından yazılmadığı
açıkça bellidir:
Dört kişi parkta
çektirmişiz;
Ben, Oktay, Orhan
bir de Şinasi.
Anlaşılan sonbahar:
Kimimiz paltolu,
kimimiz ceketli;
Yapraksız
arkamızdaki ağaçlar.
Henüz babası ölmemiş
Oktay'ın,
Ben bıyıksızım,
Orhan Süleyman
Efendi'yi tanımamış.
Lakin ben hiç böyle
mahzun olmadım.
Ölümü hatırlatan ne
var bu resimde?
Halbuki hayattayız
hepimiz.

Ne şanssız bir ölüm
Oktay Rifat'ın ölümü
çünkü, ardından
yazılanlarda hep
hata var. İşte 1
Mayıs 1988 tarihli
Nokta dergisi ve
dergide yazılanlar:
"<<Bugünlerde
Oktay'la ben / aynı
kıza aşığız>>
diyordu Orhan Veli
bir şiirinde. Oktay
da bildiğimiz Oktay
Rifat. Nasıl olmuştu
da aynı kıza aşık
olmuşlardı bilinmez
ama, bilinen bir
şey, her akşam kızın
evinin bulunduğu
sokaktan geçtikleri
ve bir adam boyu
pencerenin altına
geldiklerinde,
birbirlerinin
omuzuna basarak
pencereye
yükseldikleri... Bir
başka bilinen şey
de, bu
yükselmelerden
birinde Orhan'ın
pencerede kızın
babasıyla yüz yüze
gelmesi ve atladığı
gibi Oktay Rifat'ın
omuzlarından,
arkasına bile
bakmadan tüymesi...
Orhan her zaman
olduğu gibi
aceleciydi. 36
yaşında terk etti
diğer 'Garip'leri.
Oktay Rifat'la Melih
Cevdet'in ise geçen
zaman içerisinde
'Garip'liklerinden
eser kalmadı. Ama
Orhan Veli'nin
arkasından 'Son
Yaprak'ı neşreden
Oktay Rifat, bir
'Son Yaprak' da
kendisi için isterdi
herhalde... Oysa
Orhan Veli'nin
yanına gömülmesine
bile izin
vermediler...
Bir zamanlar
'Güzellemeler'
söylemişti.
'Perçemli Sokak'ta
'Aşağı Yukarı'
dolanarak. Sonra
aynı sokağın 'Aşık
Merdivenleri'nde
oyalandı. 'Bir
Cigara İçimi.'
Aradan yıllar,
yıllar geçti. 'Koca
Bir Yaz' boyunca
'Dilsiz ve Çıplak'
hissetmeye başladı
kendisini. Sonra yaz
bitti, 'Elleri Var
Özgürlüğün' dedi bir
gün ve 'Denize Doğru
Konuşma'lar yapmaya
gitti...
Gidiş o gidiş..."
Nokta'nın yazarı, bu
yazıyı yazarken
hangi kaynakları
kullandı bilmiyorum
ama, benim elimdeki
kaynaklara göre
Orhan Veli'nin
Oktay'a Mektuplar
ismiyle yayımladığı
şiirinin ikinci
bölümü şöyle:
Şu anda dışarıda
yağmur yağıyor
Ve bulutlar geçiyor
aynadan
Ve bugünlerde
Melih'le ben
Aynı kızı seviyoruz.
Yani yazının daha
ilk cümlesinde
çukura düşmüş
Nokta'nın sayın
yazarı... Ve
çukurdan uydurmaya
devam etmiş...
Son Yaprak'ı
çıkaranlardan biri
olan Oktay Rifat,
kendisi için de bir
Son Yaprak istermiş!
Hiç sanmıyorum
şairin böyle bir şey
isteyeceğini, hem ne
anlamı kalır o zaman
Yaprak'ın Son
olmasının?
Bir de Orhan'ın
yanına gömülmesine
izin verilmemesi
meselesi var ki
şairin Pembe Yalı
şiirinin şu
dizelerini okuyanlar
bunu da
istemeyeceğini
düşünürler sanırım:
Rumelihisarı'nda
Orhan'ın mezarı
Ne gittim ne gördüm
gitmek de istemem
Taze ekmek bir parça
beyaz peynir
Şimdi olsa şuracıkta
rakı içer
Denize mi bakar kim
bilir.
Bu da yetmez
derseniz, şiirinin
kapılarını Orhan
Veli için sonuna
kadar açan şairin;
Gel gel kardeşim
Orhan
Benim ellerimi al
Benim gözlerimi
kullan
diyen şairin
Karacaahmet adlı
şiirini de okutayım
sizlere, benim
yerime şakağınıza
dayayacağınız bir
silahın zoruyla:
Akşamları parka
çıkmaktı
En büyük eğlencesi
Şair Orhan Veli'yi
Melih Cevdet'i
severdi hayatında
Ağaçlardan kavağı
severdi
Yıldızları da
severdi
Ve en rahat
Anasının serdiği
döşekte uyurdu
Şimdi burada yatıyor
NOT: Kim bilir bu
kitapta, bu yazıya
eklenebilecek ne
gibi 'Küçücük
Hatalar' yapıldı?
|