SEVEMEMEK
İnkılâp Kitabevi'nin seçme tercümeler serisinin 9 ncu kitabı
André Maurois'nın Terre Promise'idir. Bu kitap Nasuhi Baydar tarafından
Sevememek adiyle tercüme edilmiş. Mütercim, kitabın başında, bu ismi
niçin değiştirdiğini anlatırken bize eserin mevzuundan da haber veriyor. Bir
okuyalım:
André Maurois eserine Terre Promise
-Arz-ı Mev'ud- adını
vermiştir.. Musa dinine göre Arz-ı Mev'ud Tanrısal İSrail oğullarına
vaadetmiş olduğu Filistin'dir; çok verimli, pek zengin ülke, yahut ikameti
şiddetle özlenen mânasına, mecazi olarak da kullanılır. Eser sahibi ise büsbütün
başka bir mâna muradetmiştir: Romanın kahramanı Claire evleniyor, kocasını
sevmiyor, seveceğini sanarak bir daha evleniyor, ikinci kocasını da sevemiyor,
tıpkı Arz-ı Mev'udu "yeşil vâdileri, güzel kokulu
korularile" uzaktan görmüş ve ona meftun olmuş İsrail çoukları gibi...
Roman dört kelimelik küçük bir sözden sonra şu cümle ile
başlıyor:
Kapı önünde ihtiyar Léontine, kocaman, sakınılması imkânsız ve
saygılı, bekliyordu.
Tabiî, daha ilk cümlede afallıyorsunuz. Kocaman, sakınılması
imkânsız ve saygılı sıfatlarının biribiriyle münasebeti olup olmadığını
düşünmeden evvel son iki sıfatı yok farzedelim ve cümleyi öyle okuyalım:
Kapı önünde ihtiyar Léontine, kocaman bekliyordu.
Böyle bir cümlenin türkçe olmadığını anlamak için türkçeyi pek te
iyi bilmeye lüzum yok. Beş altı sene kadar Türkçe konuşmuş olmak yeter.
Sakınılması imkânsız
sözü bir insan için ne münasebetle kullanılabilir. Bunu, ancak, kitabı okumaya
biraz daha devam ettikten sonra anlayabilirsiniz. İhtiyar Léontine bir hizmetçi
kadındır. Evin altı yaşındaki kızını yatmaya götürecektir. Kızsa bir türlü
yatmak istemez. Ama ihtiyar kadının elinden kurtuluş yoktur. Çocuk, istese de
istemese de, Léontine onu mutlaka götürecektir. İşte Léontine'in bu hali
inéluctable kelimesiyle ifade edilmiş. Mütercim bu kelimeyi sakınılması
imkânsız diye tercüme ediyor. Lûgat karşılığı olarak doğru. Ama edebî bir
metnin tercümesinin, kelimeleri lûgat manalarına göre sıralamaktan ibaret
olmadığınu herkes bilir. Bazı mütercimler metni kelime kelime tercüme etmeyi
sadakat sanıyorlar. Bu kafadaki mütercimlerin tercümeleri ne sadık oluyor, ne de
güzel. Zaten, güzel olmayan tercümenin sadakatinden her zaman şüphe etmelidir.
Çünkü eserin aslı her halde güzeldir. Muharrir hiç değilse yazdığı dili bilir.
Cümleleri baştan aşağı bozuk düzen değildir. Hiç değilse bir okuyucu da hiçbir
tercümeyi "ben şimdi tercüme bir eser okuyorum. Onun için dilinin kötülüğüne de
katlanmalıyım" diye okumaz; "kitap okuyorum, der, dili de dile benzemeli."
İşte, şimdi bahsettiğimiz eserin tercümesi de, daha ilk
cümlesinde, dikkatimizi dili üzerine çekiyor. Okumaya devam ediyoruz. Ediyoruz
ama, mevzuu bir türlü takip edemiyoruz. Aklımız fikrimiz dilin bozukluğunda.
Size bu tercümenin ilk sahifelerinden birkaç cümle daha nakledeyim:
"Tablonun gidişi de bir takım harabi ve istihkar düşüncelerine
bağlı idi."
"... Sonra alnını anasıyla babasının kayıtsız dudaklarına sundu."
Şu cümle altı yaşındaki bir çocuğun sözü:
"- Titine, vücudumdaki bütün harareti daha şimdiden kaybettim"
Cevap:
"- Ah! kızım! Sen ne kadar da naziksin! İnanılır şey değil! Bir
hava sızıntısı tüylerini diken diken ediyor."
Burada bir dua sahnesi var. Aslı şöyle:
Il y avait dans le Pater un mot qu'elle ne pouvait prononcer.
- Donnez-nous aujourd'hui notre pain de chaque jour...
- Qu'est-ce que j'entends? disait Léontine. Notre pain quotidien...
Il faut dire ce que Notre Seigneur a dit...
- Notre pain quo-ti-dien
Nasuhi Baydar tarafından yapılmış tercümesi de şu:
Bu duanın bir kelimesini Claire telâffuz edemezdi.
- Bize bugün hergünkü ekmeğimizi verin...
Léontine:
Neler de işitiyorum? diyordu. Günlük ekmeğimizi... Efendimiz
nasıl demişse öyle demeli...
- Gün-lü-k ekmeğimizi..
Çocuğun kulağı quotidien kelimesine pek alışkın olmadığı
için beceremediği bu kelimeyi atıp notre pain de shaque jour tabirini
uyduruyor. quotidien kelimesi kendisine öğretildiği vakit de güçlükle
quo -di - tien diyor.
Halbuki Türkçesinde kullanılan hergünkü ile günlük
arasında böyle bir güçlük farkı yok. Hergünkü diyen bir çocuk günlük
de der. Hele vücudumdaki bütün harareti daha şimdiden kaybettim
diyebildikten sonra. Günlük kelimesi yerine çocukların daha büyük
yaşlarda duyacakları bir kelime bulmak kabil değil miydi? Meselâ yevmî
gibi; hattâ telâffuzu güç olan kelimenin yerini bile değiştirmek mümkündü.
Ekmek yerine rızkımızı denseydi maksada yine daha çok yaklaşılmış
olurdu.
Çocuğun yatak çarşafı nemlidir. Bu rutubetten rahatsız olur.
Mütercim, çocuğun rahatsızlığını şu cümle ile anlatıyor:
"Islak bezden kaçınmak üzere dizlerini göğsüne doğru çekti."
İhtiyar kadın çocuğu yatağına yatırır. Kendisi de çekilip
gidecektir. Ama çocuk korkar; yalnız kalmak istemez.
Mütercim onu şöyle konuşturuyor:
"- Titine, yalvarırım sana, beni yalnız bırakma!...
Korkuyorum..."
Altı yaşındaki çocuk yalvarırım sana diyor. Sayın mütercim
yalvarırım sana diyeceğine meselâ ne olursun deseydi ne olurdu
acaba? Olmazdı. Metinden ayrılırdı çünkü. Çünkü André Maurois je te supplie
demiş.
Kitabı okumaya devam edelim:
"- Korkmak mı! Altı yaşında ha! Nasıl olur bu! Asker kızı
olduğunu göster bakayım. Gururu okşanılmak Claire'e tesir ederdi.
-Evet, Titine... Ama gitmeden bana bir şarkı söyle."
İlk cümleler ne ise ne... Ama sonraki evet, Titine sözü ki
Qui, Titine karşılığıdır, düpedüz yanlış. Peki demek lâzım. Çünkü
Claire, tasdik etmiyor; razı oluyor.
Bütün bu parçayı şöyle tercüme etmek zannımca daha doğru olur.
Uğraşılsa daha da iyi yapılır:
- Korkuyor musun! Altı yaşındasın! Dünyada inanmam! Haydi
bakayım, asker kızı olacaksın.
Claire, gururuna dokunuldu mu dayanamazdı.
- Peki, Titine, dedi. Ama gitmeden önce bana bir şarkı söyle.
Yine kitaba devam edelim:
"- Peki... Şarkı söyliyeyim... Fakat bir tane... Hangisini
istiyorsun?
- Kral Reynand'yı!
Claire, tereddüt etmeden, bağırarak seçmişti."
Kitap, bu minval üzere devam ediyor. İlk iki sayfasından aldığım
bu birkaç parça, eser hakkında oldukça fikir verir sanıyorum.
Âdil HANLI
Tercüme - 19 Mayıs 1946, Sayı: 37, Cilt: 7 |