* iletişim..>>

 

* neden ORHAN VELİ?>>

* neden ŞİİR EVİ?>>

* etkinlikler>>

* ulaşım>>

* ORHAN VELİ sergisi>> * şiir yaprağı sonuçları>>

* düzenSİZ YAPRAK>>

* bağlantılar..>>

KANIK'sadığım biri

ORHAN VELİ

Yazan: M. Şeref Özsoy

JUST FOR THE HELL OF IT

111 Poems by ORHAN VELİ

Translated by

Talat Sait Halman

ORHAN VELİ KANIK

Fremdarting

übersetzt von

Yüksel Pazarkaya

ORHAN VELİ'nin

çevirdiği şiirler

Haz: TUNÇER BAYKAŞ

ORHAN VELİ

KÜLLİYATININ EKSİKLERİ

ANNEM'E

BİR GÜNÜM DAHA

SU VE SUSUZLUK

TARTUFFE'ÜN MOLYER'İN HAYATINDAKİ YERİ

ÜÇ HİKÂYE

SEVEMEMEK

KADINLAR MEKTEBİ VE TENKİDİ

SANAT PSİKOLOJİSİ

SANDIK VE HORTLAK

ŞİİR HAKKINDA NOTLAR

KÖPRÜ BAŞINDAKİ İHTİYAR

SAADİ'NİN GÜLLERİ

ANAKREONTİK ŞİİR

BÜYÜCÜ KADINLAR

MAHREM KONUŞMA

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KÖPRÜ BAŞINDAKİ İHTİYAR

 

Köprüye giden yolun kenarında, üstü başı toz-toprak içinde, gözlükleri maden çerçeveli bir ihtiyar oturmuştu. Tombazlardan yapılmış köprü bu sahili karşı sahile bağlıyordu. Üzerinden, durmadan kamyonlar, yük arabaları, adamlar, kadınlar, çocuklar geçiyordu. Katır koşulu arabalar karşıki sarp sahili, arkalarından iten askerlerin yardımiyle tırmanmaya çalışıyordu. Bu yokuşu, kamyonlar da, mihanikî bir homurtu içinde çıkıyor, çıkar çıkmaz da alabildiğine, savuşup gidiyordu. Diz boyunu bulan tozun içinde köylüler  güçlükle ilerliyebiliyorlardı. İhtiyar, oturduğu yerde, kımıldamıyordu bile. Adım atacak hali yoktu.

 

Vazifem icabı, köprüyü geçip kıyının durumunu incelemem, düşmanın nereye kadar ilerlediğini öğrenmem lâzımdı. Gittim; öğrenip döndüm. Artık görünürde araba filân kalmamıştı. Ama ihtiyar hep olduğu yerdeydi.

 

- Nereden geliyorsunuz? diye sordum.

 

Gülümsiyerek:

 

- San Carlos'dan, dedi.

 

Doğup büyüdüğü yerdi. Adını söylerken, hazdan, gözlerinin içi gülüyordu.

 

- Hayvanlarla uğraşırdım.

 

Pek de iyi anlamadan:

 

- Ya! dedim.

 

Söze yine o devam etti:

 

- Evet, dedi. Anlıyorsunuz, değil mi? Hayvanlara bakıyordum. San Carlos'dan son ayrılan ben oldum.

 

Ne çobana benziyordu, ne sığırtmaca. Tozlu, siyah esvaplarını, ağarmış saçlarını, çelik çerçeveli gözlüklerini süzerek dedim ki:

 

- Ne gibi hayvan?

 

- Çeşit çeşit, dedi.

 

Sonra dertli dertli başını sallıyarak:

 

- Hepsini bırakmak zorunda kaldım, diye ilâve etti.

 

Gözümde köprüde ve Ebro ırmağının bir Afrika nehrini andıran deltasında, kulaklarım ilk çatışmaların o hiç bir zaman kestirilemiyen ilk gürültülerinde, düşmanın ne zaman ortaya çıkacağını düşünmekle meşguldüm. İhtiyar hep aynı yerde oturuyordu.

 

- Ne çeşit hayvan? diye sordum.

 

- Üç çeşit. Sonra izah etti:

 

- İki keçi, bir tane kedi, üç çift de güvencin.

 

- Hepsini bırakmak zorunda kaldınız, öyle mi?

 

- Evet. Sebep de; topçular. Yüzbaşı dedi ki, şehri terketmek lâzımmış... Topçuların yüzünden.

 

Köprünün öte yanında, gecikmiş birkaç arabanın telâşla yamacı aşmaya çalıştıklarına bakarak sordum:

 

- Kimsenin yok mu?

 

O cevap verdi:

 

- Hayır. Yalnız bu hayvanlar işte. Kediden korkmam; o nasıl olsa canını kurtarır. Kedi kısmı daima işin kolayını bulur; ama ötekiler? Ne olacaklar? Kötü kötü şeyler geliyor aklıma.

 

- Siyasî kanaatleriniz nedir?

 

- Benim siyasî kanaatim filân yok. Yaşım yetmiş. On iki kilometrelik yolu da yayan yürüdüm. Adım atacak takatim kalmadı.

 

- İyi ama, burası pek o kadar emin bir yer değil. Kalkıp şu dörtyol ağzına kadar gidebilseniz... Orada kamyon da bulursunuz. Şu Tortosa yolunun ayrıldığı yerde.

 

Bir dakika daha dinleneyim, ondan sonra giderim. Nereye gidiyor o kamyonlar?

 

- Barselona'ya.

 

- Orada da kimsecikleri tanımam. Ama neyse, eksin olmayın. Tekrartekrar teşekkür ederim.

 

Şaşkın, bitkin bir halde yüzüme baktı; sonra, derdini bir başkasiyle paylaşmak istiyormuş gibi:

 

- Kedi nasıl olsa canını kurtarır. Ama ya ötekiler? Efendim? Siz ne düşüyorsunuz ötekiler için?

 

- Bilmem ki!.. Herhalde onlar da kurtulurlar.

 

- Acaba?..

 

- Öyle ya, niçin kurtulmasınlar?

 

Bir yandan da hep karşı sahili gözetliyordum. Artık araba namına hiçbir şey kalmamıştı.

 

- Ama madem ki beni oradan topçular geliyor diye uzaklaştırdılar, topçular gelince onlar ne yapar?

 

- Güvercinlerin kafesini açık bırakmamış mıydınız?

 

- Evet.

 

- Öyleyse, uçarlar.

 

- Evet, uçarlar, orası muhakkak. Ama, ya ötekiler? Eh iyisi onları hiç düşünmemek.

 

- Siz yerinizden memnunsunuz galiba; ben gidiyorum. Haydi, bir gayret edin bakalım. Ha gayret!

 

- Teşekkür ederim.

 

Kalktı, sağına soluna baktı, sonra tekrar tozların içine oturuverdi. Alçak bir sesle ve kendi kendine:

 

- Hayvanlara bakardım, diye mırıldandı. Yalnız onlara bakardım.

 

Artık yapacak hiçbir şey yoktu. Paskalyaya rastlıyan bir Pazarda ve Faşistler Ebro ırmağı istikametinde ilerliyorlardı. Karanlık, kapalı bir gündü. Hava o kadar tatsız ki, uçaklar bile çıkmamıştı. Bir bu, bir de kedilerin canlarını kendi başlarına kurtarabilmeleri... İşte ihtiyarın, hayatında bundan başka da ümidi olacak değildi.

 

Ernest Hemingway

Kilimanjaro'nun Karları

Çeviren: Orhan Veli

Varlık Yayınları

1965 - 4. Baskı

 

(Öykü çevirisini bulan Mustafa Başarslan'a teşekkür ederiz.. )


ANA SAYFA