Yıllarca Ford
marka bir araba
kullanan şair,
köprüden her
geçişinde arabasının
bozulmasına bir
anlam veremez. Şair
kendi şiirinden
habersizdir çünkü,
bu olayın cevabı
kendisinin bir
şiirinde yazılıdır:
Bütün yolcularını
boğaz köprüsünün
çaldığı
araba vapurunun
boş seferleri
gibi yalnızca
rüzgar
gezinir sensiz
yüreğimde
(İşte birinci
basketimiz Sunay
Akın'ın potasına
bırakıldı)
Şairi öldürürüz
ama, şiir bilgisini
de yemeyiz merak
etmeyin.
Okuyucularına Orhan
Veli hakkında hep
yeni bir şeyler
sunan bu şairi nasıl
sevip takdir
etmeyelim. İşte
O'nunla buldukları
hakkında konuştuk
ama, bu yazının
isminin neden Sun
ay'A kın olduğunu
açıklayayım önce:
Hançeri bir
kenara bırak
Aya bir 'kın' sun
Sun ay'A kın...
- Öncelikle Nazım
Hikmet ile Orhan
Veli'nin
ilişkilerine
değinelim. Çok
tartışılan şu
kediler savaşına
senin yorumun nedir?
- Nazım Hikmet
ile Abidin Dino'nun
dostluğunu herkes
bilir ama Arif
Dino'nun, Nazım
Hikmet'in yüzünü bir
kediye benzettiği
deseni çok kişi
bilmez. Abidin
Dino'nun ağabeyi
olan şair ve ressam
Arif Dino, Orhan
Veli ile de arkadaş
olup Yaprak
Gazetesi'nde iki
şiiri yayınlanmıştır.
Abidin Dino ince
yapılı olmasına
karşın, ağabeyi 2
metre boyunda 130
kilo ağırlığındadır.
Bedeni gibi yüreği
de büyük olan Arif
Dino'nun kediye
benzettiği çizimin
nedenini aramak için
1921 yılının
Ankara'sına gidelim:
Sömürüye karşı
direnen insanların
yanında yer almak
için İstanbul'dan
kaçan Vala Nureddin
ve Nazım Hikmet'i
bir aşçı dükkanının
camekanı önünde
buluyoruz... İki
arkadaş arnavut
ciğerlerine sokak
kedileri gibi
bakmaktadır. Tam o
sırada yanlarından
geçen Hüsnü Paşa
(ki, Türkiye İşçi
Partisi'nin lideri
Mehmet Ali Aybar'ın
büyükbabasıdır)
kendilerini tanır ve
parasız olduklarını
hallerinden
anlayarak verdiği 25
lirayla karınlarını
doyurmalarını
sağlar. Bu olayı
öğrendikten sonra,
Arif Dino'nun Nazım
Hikmet'i neden kedi
olarak çizdiği
sorusunun yumağına
bir tırmık da Orhan
Veli'nin şiiriyle
atalım:
Uyuşamayız, yollarımız
ayrı;
Sen ciğercinin
kedisi, ben sokak
kedisi;
Senin yiyeceğin,
kalaylı kapta;
Benimki aslan
ağzında;
Sen aşk rüyaları
görürsün, ben kemik.
Ama seninki de
kolay değil,
kardeşim;
Kolay değil hani;
Böyle kuyruk
sallamak Tanrının
günü.
Orhan Veli ciğeri
ağzına hiç koymadığı
gibi ciğercinin
kedisini de
sevmezdi. Şiirindeki
sokak kedisi ise ta
kendisidir Nazım
Hikmet'in. Orhan
Veli, sokak kedisi
Nazım'ı sözcüklerle,
Arif Dino çizgiyle
anlatmıştır.
Ciğercinin
kedisinden sokak
kedisine Cevap
olarak yazdığı
şiirinde ise Orhan
Veli, yiyeceği
kalaylı kapta olup,
bütün gün kuyruk
sallayanların Nazım
Hikmet'e bakışını
dile getirir:
Açlıktan
bahsediyorsun;
Demek ki sen
komünistsin.
Demek bütün
binaları yakan
sensin.
İstanbul'dakileri
sen
Ankara'dakileri
sen...
Sen ne domuzsun,
sen!
(Şairin aklına kendi
şiiri gelmemiştir
yine, o yüzden biz
hatırlatalım Sunay
Akın'ın Galata
Köprüsü adlı
şiirini:
Sokak kedileri
Orhan Veli'nin
sizi gidi
komünistler sizi
mesken
tutmasaydınız
köprü altını
yıkılmazdı bugün
Marx'ın bir
heykeli gibi
Bu da ikinci
baskettir. Durum iki
- sıfır)
- Peki Nazım
Hikmet, Orhan
Veli'nin şiiri için
ne düşünürdü?
- 1930 yılında,
Son Posta
gazetesinin çocuk
sayfasında bir şiir
yarışması
düzenlendiğinin
ilanı yer alır.
Yarışmaya Yıldız
imzasıyla katılan
Hastalık adlı şiirin
yayınlanması
tartışmalara yol
açar:
Yatakta bir hasta
var
Bu bisiklete
binip bu yataktan
uzaklaşmalı
Eğer bisiklete
binip bu yataktan
uzaklaşırsa
Arkasından
bağıranlar çok
Yedi kişi
Kaçma hastasın,
uzaklaşma hastasın.
Aldıran kim?
Ben kaçıyorum
Yıldırımlar gibi
Yıldırım
Şiirin ardından
da, Kalem
Dergisi'nin
sayfalarından
veryansın edilir:
'Çocuklardan
vazgeçtim, eğer bu
vezinsiz manzumenin
büyüklerden bir tek
kişi manasını
aralayabilirse
gelsin gazetenin
vereceği mükafatı
benden alsın. Galiba
hastalık bunu
yazanın dimağında.'
Bir hastanın
bisiklete binip
yataktan uzaklaşma
düşünün anlatıldığı
şiirin vezinsiz ve
anlamsız oluşuna
gösterilen tepkiyle
on yıl sonra Orhan
Veli ve arkadaşları
da
karşılaşacaklardır..
Garip şiirinin
ortaya çıkışından
önce, bu akımın
özelliklerini
taşıyan bir şiir
yayınlayan ve
yıldırımları üstüne
çeken Son Posta
gazetesinin çocuk
sayfasının sorumlusu
kimdir? Kim olacak
Nazım Hikmet!...
Garip şiiriyle
ilgili her şeyin
yazıldığı söylenir.
Oysa, ne büyük bir
yanılgıdır bu. Orhan
Veli, Melih Cevdet
Anday ve Oktay
Rifat'ın Garip adlı
ortak şiir kitabını
yayınlamalarından on
yıl önce Nazım
Hikmet'in 'edebi
yaseti' altında
yayımlanan bir
şiirin geleceğin
habercisi olduğu
yazılmamıştır. Garip
şiiri pedal
çevirerek gelmiştir
edebiyatımıza. Ve
tıpkı bisiklet gibi
önce yadırganmış
sonra sevgilisi
olmuştur herkesin.
Elbette, dişlerini
yağlayan,
lastiklerini
şişiren, selesini
ayarlayan Nazım
Hikmet ustanın da,
payını vermek
gerekir.
- Orhan Veli
zaman zaman seni
sokak sokak, o kahve
senin şu berber
benim dolaştırmıştır
da. Bunun nedeni
neydi?
- Orhan Veli'nin
"Kazım'ım türküsünü
söylerler /
Üsküdar'da /
Efkarlanırım"
dizelerindeki şairi
etkileyen türküyü
bulmak amacıyla tek
tek dolaşmıştım,
Üsküdar kahvelerini.
Ama boşunaydı
arayışım. Tavla
oynayan, kaldırıma
çıkarılan
iskemlelerde
güneşlenen yaşlı
insanların kurumuş
dudaklarından,
İstanbul'un sokak
çeşmeleri gibi,
Kazım'ım türküsünün
susuzluğumu
dindirecek bir tek
dizesi bile
akmamıştı. Bedri
Rahmi Eyuboğlu'nda
da aynı türküyle
karşılaşınca çöle
düşmüştü merakım:
"nasıl unutur nasıl
/ Ömründe bir defa /
Kazım'ım türküsünü
dinleyen"
Mehmed Kemal,
Cumhuriyet
gazetesindeki
Politika ve Ötesi
adlı köşesinde bana
seslenerek, türkünün
Üsküdar değil, Orta
Anadolu türküsü
olduğunu yazınca son
vermiştim arayışıma.
Orhan Veli'nin
dizelerinden yola
çıkarak Kazım'ım
türküsünü Üsküdar
kökenli sanmam
yanılgıydı. İşte,
Orhan Veli'nin ilk
kez Esen Park'ta,
Ürgüplü Refik
Başaran'dan
dinlediği Kazım'ım
türküsünün ilk
dizeleri:
Meyhaneden çıktım
yan basa basa
Ciğerlerim kurudu
kan kusa kusa
Beni de vuran
arabacı Musa
Aslanım Kazım'ım
yerde yatıyor
Kaytan bıyıkları
kana batıyor
- 'Bunu keşke ben
bulsaydım' dediğin
bir şey oldu mu,
Orhan Veli ile
ilgili?
Dört kişi parkta
çektirmişiz,
Ben, Orhan, Oktay
bir de Şinasi...
- Sosyoloji
eğitimi gören ve bir
Sait Faik tutkunu
olan Okan Konuralp,
bu şiirdeki
Şinasi'nin kim
olduğunu merak
edince kolları
sıvar. İlk iş
olarak, Şinasi'nin
anneannesinin Hacı
Bayram Veli
Camii'nin
yakınlarında bir
fırını olduğunu
öğrenir. Çevre
düzenlemesi
sırasında Üç Nal
Lokantası da fırın
da yıkılmıştır.
Kayıtlardan belki
bir şey bulurum
umuduyla Ankara
Fırıncılar Odası'nın
kapısını aşındırır
ama eli boş döner.
50'li yılların
Ankara'sının sosyal
yaşamında önemli bir
yer tutan lokantanın
içkili olmasından
dolayı belediye
kayıtlarını
karıştırır; sonuç
yine hüsrandır.
Konuştuğu eski
Ankaralılardan da
bir sonuç alamaz.
Herkes 'sahi, bir de
Şinasi vardı' der
ama, kimse bir şey
anımsamaz. Öğle
rakılarına düşkün
olan Mehmed Kemal
ile yaptığı telefon
konuşmasında yardım
sözü alsa da çok
sevinemez. Çünkü
kısa bir süre sonra
yazarın ölüm
haberini okur
gazeteden!
Okan Konuralp en
çok da, Ankara
Lisesi'nin
kayıtlarına ulaşınca
hüzünlenir. Burada
ne Orhan Veli ve
arkadaşlarının ne de
Şinasi'nin adına
rastlar.Sonunda
Şinasi'nin soyadının
Baray olduğunu
öğrenerek telefon
rehberinin başında
alır soluğu. Evet,
telefon numarası
kayıtlıdır
Şinasi'nin. Elleri
titreyerek çevirir
numarayı. Telefonu
açan kadına 'bir de
Şinasi'ye ulaşmak
istediğini
söyleyince şu
karşılığı alır:
'Evladım, Şinasi
Bey'i maalesef 1989
yılında kaybettik.'
Şinasi Baray'ın
eşi Melek Hanım'dır,
telefonda konuştuğu.
Melek Hanım, bu
duyarlı insanı evine
davet eder. Evde
uzun uzadıya sohbet
ettikten sonra Melek
Hanım, 'sana bir
hediyem var,
okuduktan sonra geri
verirsin' diyerek,
bir defter uzatır
Okan Konuralp'e.
Genç adam, kapağına
üç at nalının çakılı
olduğu defterin
sayfalarını
karıştırdığında
bunun Üç Nal
Lokantası'nın Şeref
defteri olduğunu
anlar.
Okan Konuralp,
araştırma sırasında
Şinasi Bey'in,
şiirde kendisinden
'bir de Şinasi...'
diye söz etmesinden
dolayı Melih
Cevdet'e biraz
kırgın olduğunu
öğrenir. Üç Nal
Lokantası'nın şeref
defterini incelerken
de, Melih Cevdet
Anday'ın
küçümsendiğini sanan
Şinasi Bey'e şunu
yazdığını okur: '...
bir de Şinasi'
Bir çocuk
'burasını çok
sevdim' diye yazar,
Üç Nal Lokantası'nın
defterine. O çocuk,
büyüyünce ünlü bir
piyanist olacak olan
İdil Biret'tir.
Semih Balcıoğlu ve
Altan Erbulak ilk
karikatürlerini
çizerler sarı
sayfalara. Gülcemal
vapurunun
süvarilerinden Ratip
Tahir de,
çizgilerinin yanına
şunu yazar: 'İş
dördüncü nalla bir
ata kaldı, bir de
meydana!'
Cahide Sonku'dan
Nurullah Ataç'a,
İbrahim Çallı'dan
Yakup Kadri'ye kadar
nice sanatçının el
yazısını barındıran
deftere, Cahit Sıtkı
Tarancı, 20 Ekim
1953 tarihinde, şu
dizeleri yadigar
bırakır:
Bu gece ilk defa
ağladım
Bekar odamın
penceresinde
Hani ev bark?
Hani çoluk çocuk
Elime ne geçti bu
hayattan
Kerhanesinde
meyhanesinde
Yatağım her gece
böyle soğuk
Saadet bu ömrün
neresinde
Melek Hanım,
Orhan Veli'nin, 1950
yılının 10 Kasım
gecesinde, Üç Nal
Lokantası'nda
içtiğini ve oradan
çıktıktan sonra
belediye tarafından
açılan bir çukura
düştüğünü
anlattıktan sonra
şunu söyler: 'Orhan
o gece başka bir
yere uğrayıp, içmiş
olamaz.'
(Ankara
Lisesi'nde
okurlarken, tiyatro
oyunlarının
dekorlarının
tasarımını yapan
Şinasi Baray'ın,
anneannesinin evinin
bodrum katını
elleriyle
düzenleyerek
lokantasını açtığını
ve anneannesinin bir
zamanlar ahır olarak
kullandıkları bu
yerin yeni halini
görünce 'Biz şu
direğe merkepleri
bağlardık' demesiyle
Üç Nal Lokantası
isminin oluştuğunu
da anlatır Sunay
Akın ama, Can
Yücel'in Üç Nal
Lokantasından
şiirini anımsamaz ve
bu şiir gururlu bir
edayla buraya
yazılır:
Bu cehennemi
sıcaktan kurtulmak
için
Sırtımı,
omuzlarımı yüzen,
Ne bir esinti
bekliyorum
yaprakları
uçarısıyla,
Ne de bir yaz
yağmuru bardaktan
boşanırcasına
İhtiyacım benim
başka bir sıcak
Teninin sıcaklığı
senin
Yelelerimden
sağrıma inen ter
damlalarıyla
Koşturacak beni
menzilinden
menziline
Dört ayak, üç nal
Bir basket maçı,
üç sayıyla bitmez
değil mi? Rakip
Sunay Akın olunca,
Can Yücel bir basket
daha atmamızı
sağlayacaktır
yakında... Can
Yücel'in biraz
sonraki yardımına
kadar, basket
saymayacağımız bir
atış daha yapalım,
Orhan Veli'nin
16.6.1946 tarihli
Ülkü'de yazdığı bir
yazısıyla:
"Şinasi Ankara'da
bir içkili lokanta
açtı. Adı: Üç Nal.
Şinasi hem sanatkar,
hem de okur yazar
bir insan olduğu
için lokantasını
sanatkarlarla okur
yazarların sık sık
gidecekleri,
gittikleri vakit de
zevkle oturacakları
bir yer olarak
tertipledi. Her
giden hoşlanıyor.
Ben de onlardanım.
Salonun türlü
süsleri arasında
zaman zaman
mısralara yahut da
bazı mısraların
anlamlarına
rastlıyorsunuz.
Tuvalete koyduğu bir
abajurun üstüne de
Refik Halit'in Bir
Avuç Saçma adlı
eserinden bir parça
yazmış. Güzel bir
buluş, değil mi? Gel
gelelim Şinasi
memnun değil. Diyor
ki: 'Her içeriye
giren Refik Halit'in
yazısına dalıyor.
Dışarıda da bir sürü
insan sıra
bekliyor.'
Şinasi'nin ticari
bakımından
hoşnutsuzluğuna
sebep olan bu hal
edebiyat namına beni
sevindirdi. Demek ki
halkımız edebiyatla
da meşgul oluyor.")
- Orhan Veli'nin
aldığı en komik
eleştiri hangisidir
sence?
- Erdoğan Alkan
'Şiir Sanatı' adlı
kitabında Orhan Veli
ve arkadaşlarınca
başlatılan Garip
Hareketi'nin hiçbir
yararı olmadığını
ama çok zararı
dokunduğunu yazar.
Garipçilerin,
İsviçre'de bir grup
genç şair tarafından
başlatılan 'Dada'
hareketinden
etkilendiğini
belirten Alkan'a
göre 'Dada'
sözcüğünün bile
'ciddi bir anlamı
yoktur'... neden mi?
Çünkü, Dada, çocuk
dilinde at demekmiş!
Bir şiir hareketine
ad olarak çocuk
dilinden bir
sözcüğün
seçilmesinin
ciddiyetsizlikle ne
gibi bir ilgisi
olabilir? Vural
Bahadır ve
arkadaşları da Şiir
Atı adı altında
kitap biçiminde bir
seçki
yayımlamışlardı.
Simge olarak da
çocukluğumuzun
rüyası olan, hiçbir
yere gidemeyen ama,
düşlerimizde
dörtnala koşan
sallanan atı
seçmişlerdi.
Ciddiyetsizlik
gözlükleriyle şiire
değil de, devlet
dairelerinde
uygulanan kılık
kıyafet
yönetmeliklerine
bakılsa daha doğru
olmaz mı?
Orhan Veli'nin
şairliği üstüne
kesin bir yargıya
varmanın zor
olduğunu söyleyen
Alkan, şu saptamayı
yaparken acaba ne
kadar ciddidir:
'Bugünkü hafif müzik
ve arabeskin saçma
sapan ilk kaynağını
rahatça Garip'te
arayabilirsiniz.'
(Ve basket
zamanı: İtiraza
İtirazım Var der Can
Yücel; bu
itirazlarından biri
de Erdoğan Alkan'ın
yukarıdaki sözü
içindir: "Ve en
arabesk ve en çağdaş
adamımız Orhan
Veli'nin kuzular
kulağına / Maraz ve
menapoz, muhteris ve
muteriz itirazlara
itirazım var,
itirazım, itirazım /
Ama halka, halka
halka halkalanan
halka dünden ve
yarından her zaman
razıyım)
- Bir de daha az
tanınan şairlerden
bahsedelim. Halim
Şefik, Rüştü Onur,
Muzaffer Tayyip,
Kemal Uluser...
bunların hepsi Garip
döneminin bilinmeyen
şairleri. Başka
kimler var?
- Her nedense
Garip şiiri denildi
mi sıralanan şairler
arasında G.
Cancıkyan ve H.
Kalutsyan'a
rastlanılmaz. Oysa,
İstanbul'da yaşamış
olan bu iki şair
1942 yılında Balkıs
adlı bir ortak kitap
yayımlamış ve önsöz
yazısında
düşüncelerini şöyle
açıklamışlardır: 'Balkıs
telakkisini kabul
eden realist şair,
kelimeleri değil,
detayları harmonize
eder, vezin, kafiye
gibi yamalar
kullanmaz.
Saklayacak,
düşüreceğine onu
uyanık tutar.' Biz
de uyanık kalmak
için Cancıkyan'ın şu
dizelerini
belleğimize
kazıyalım:
mektep
mektebin yanında
hapishane
hapishanenin
bahçesi var
mektebin yok!
Sunay
Akın başka yerlerde
koşturmaktan bu
konuşmaya
zaman
ayıramamış olsa da
'biz konuşturmayı
biliriz!' Ve bu
yazıyı da kendisinin
Şiiriçi Hatları
Vapuru şiirinden bir
bölümle bitiririz:
Orhan Veli vapuru
evlerine taşırken
telaş içindeki
insanları
küpeştesinden
atılan
simitleri kapışır
martı kuşları