* iletişim..>>

 

* neden ORHAN VELİ?>>

* neden ŞİİR EVİ?>>

* etkinlikler>>

* ulaşım>>

* ORHAN VELİ sergisi>> * şiir yaprağı sonuçları>>

* düzenSİZ YAPRAK>>

* bağlantılar..>>

KANIK'sadığım biri

ORHAN VELİ

Yazan: M. Şeref Özsoy

JUST FOR THE HELL OF IT

111 Poems by ORHAN VELİ

Translated by

Talat Sait Halman

ORHAN VELİ KANIK

Fremdarting

übersetzt von

Yüksel Pazarkaya

ORHAN VELİ'nin

çevirdiği şiirler

Haz: TUNÇER BAYKAŞ

ORHAN VELİ

KÜLLİYATININ EKSİKLERİ

ANNEM'E

BİR GÜNÜM DAHA

SU VE SUSUZLUK

TARTUFFE'ÜN MOLYER'İN HAYATINDAKİ YERİ

ÜÇ HİKÂYE

SEVEMEMEK

KADINLAR MEKTEBİ VE TENKİDİ

SANAT PSİKOLOJİSİ

SANDIK VE HORTLAK

ŞİİR HAKKINDA NOTLAR

KÖPRÜ BAŞINDAKİ İHTİYAR

SAADİ'NİN GÜLLERİ

ANAKREONTİK ŞİİR

BÜYÜCÜ KADINLAR

MAHREM KONUŞMA

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SEVEMEMEK

 

İnkılâp Kitabevi'nin seçme tercümeler serisinin 9 ncu kitabı André Maurois'nın Terre Promise'idir. Bu kitap Nasuhi Baydar tarafından Sevememek adiyle tercüme edilmiş. Mütercim, kitabın başında, bu ismi niçin değiştirdiğini anlatırken bize eserin mevzuundan da haber veriyor. Bir okuyalım:

 

André Maurois eserine Terre Promise -Arz-ı Mev'ud- adını vermiştir.. Musa dinine göre Arz-ı Mev'ud Tanrısal İSrail oğullarına vaadetmiş olduğu Filistin'dir; çok verimli, pek zengin ülke, yahut ikameti şiddetle özlenen mânasına, mecazi olarak da kullanılır. Eser sahibi ise büsbütün başka bir mâna muradetmiştir: Romanın kahramanı Claire evleniyor, kocasını sevmiyor, seveceğini sanarak bir daha evleniyor, ikinci kocasını da sevemiyor, tıpkı Arz-ı Mev'udu "yeşil vâdileri, güzel kokulu korularile" uzaktan görmüş ve ona meftun olmuş İsrail çoukları gibi...

 

Roman dört kelimelik küçük bir sözden sonra şu cümle ile başlıyor:

 

Kapı önünde ihtiyar Léontine, kocaman, sakınılması imkânsız ve saygılı, bekliyordu.

 

Tabiî, daha ilk cümlede afallıyorsunuz. Kocaman, sakınılması imkânsız ve saygılı sıfatlarının biribiriyle münasebeti olup olmadığını düşünmeden evvel son iki sıfatı yok farzedelim ve cümleyi öyle okuyalım:

 

Kapı önünde ihtiyar Léontine, kocaman bekliyordu.

 

Böyle bir cümlenin türkçe olmadığını anlamak için türkçeyi pek te iyi bilmeye lüzum yok. Beş altı sene kadar Türkçe konuşmuş olmak yeter.

 

Sakınılması imkânsız sözü bir insan için ne münasebetle kullanılabilir. Bunu, ancak, kitabı okumaya biraz daha devam ettikten sonra anlayabilirsiniz. İhtiyar Léontine bir hizmetçi kadındır. Evin altı yaşındaki kızını yatmaya götürecektir. Kızsa bir türlü yatmak istemez. Ama ihtiyar kadının elinden kurtuluş yoktur. Çocuk, istese de istemese de, Léontine onu mutlaka götürecektir. İşte Léontine'in bu hali inéluctable kelimesiyle ifade edilmiş. Mütercim bu kelimeyi sakınılması imkânsız diye tercüme ediyor. Lûgat karşılığı olarak doğru. Ama edebî bir metnin tercümesinin, kelimeleri lûgat manalarına göre sıralamaktan ibaret olmadığınu herkes bilir. Bazı mütercimler metni kelime kelime tercüme etmeyi sadakat sanıyorlar. Bu kafadaki mütercimlerin tercümeleri ne sadık oluyor, ne de güzel. Zaten, güzel olmayan tercümenin sadakatinden her zaman şüphe etmelidir. Çünkü eserin aslı her halde güzeldir. Muharrir hiç değilse yazdığı dili bilir. Cümleleri baştan aşağı bozuk düzen değildir. Hiç değilse bir okuyucu da hiçbir tercümeyi "ben şimdi tercüme bir eser okuyorum. Onun için dilinin kötülüğüne de katlanmalıyım" diye okumaz; "kitap okuyorum, der, dili de dile benzemeli."

 

İşte, şimdi bahsettiğimiz eserin tercümesi de, daha ilk cümlesinde, dikkatimizi dili üzerine çekiyor. Okumaya devam ediyoruz. Ediyoruz ama, mevzuu bir türlü takip edemiyoruz. Aklımız fikrimiz dilin bozukluğunda. Size bu tercümenin ilk sahifelerinden birkaç cümle daha nakledeyim:

 

"Tablonun gidişi de bir takım harabi ve istihkar düşüncelerine bağlı idi."

"... Sonra alnını anasıyla babasının kayıtsız dudaklarına sundu."

 

Şu cümle altı yaşındaki bir çocuğun sözü:

"- Titine, vücudumdaki bütün harareti daha şimdiden kaybettim"

Cevap:

"- Ah! kızım! Sen ne kadar da naziksin! İnanılır şey değil! Bir hava sızıntısı tüylerini diken diken ediyor."

 

Burada bir dua sahnesi var. Aslı şöyle:

 

Il y avait dans le Pater un mot qu'elle ne pouvait prononcer.

- Donnez-nous aujourd'hui notre pain de chaque jour...

- Qu'est-ce que j'entends? disait Léontine. Notre pain quotidien... Il faut dire ce que Notre Seigneur a dit...

- Notre pain quo-ti-dien

 

Nasuhi Baydar tarafından yapılmış tercümesi de şu:

 

Bu duanın bir kelimesini Claire telâffuz edemezdi.

- Bize bugün hergünkü ekmeğimizi verin...

Léontine:

Neler de işitiyorum? diyordu. Günlük ekmeğimizi... Efendimiz nasıl demişse öyle demeli...

- Gün-lü-k ekmeğimizi..

 

Çocuğun kulağı quotidien kelimesine pek alışkın olmadığı için beceremediği bu kelimeyi atıp notre pain de shaque jour tabirini uyduruyor. quotidien kelimesi kendisine öğretildiği vakit de güçlükle quo -di - tien diyor.

 

Halbuki Türkçesinde kullanılan hergünkü ile günlük arasında böyle bir güçlük farkı yok. Hergünkü diyen bir çocuk günlük de der. Hele vücudumdaki bütün harareti daha şimdiden kaybettim diyebildikten sonra. Günlük kelimesi yerine çocukların daha büyük yaşlarda duyacakları bir kelime bulmak kabil değil miydi? Meselâ yevmî gibi; hattâ telâffuzu güç olan kelimenin yerini bile değiştirmek mümkündü. Ekmek yerine rızkımızı denseydi maksada yine daha çok yaklaşılmış olurdu.

 

Çocuğun yatak çarşafı nemlidir. Bu rutubetten rahatsız olur. Mütercim, çocuğun rahatsızlığını şu cümle ile anlatıyor:

 

"Islak bezden kaçınmak üzere dizlerini göğsüne doğru çekti."

 

İhtiyar kadın çocuğu yatağına yatırır. Kendisi de çekilip gidecektir. Ama çocuk korkar; yalnız kalmak istemez.

 

Mütercim onu şöyle konuşturuyor:

 

"- Titine, yalvarırım sana, beni yalnız bırakma!... Korkuyorum..."

 

Altı yaşındaki çocuk yalvarırım sana diyor. Sayın mütercim yalvarırım sana diyeceğine meselâ ne olursun deseydi ne olurdu acaba? Olmazdı. Metinden ayrılırdı çünkü. Çünkü André Maurois je te supplie demiş.

 

Kitabı okumaya devam edelim:

 

"- Korkmak mı! Altı yaşında ha! Nasıl olur bu! Asker kızı olduğunu göster bakayım. Gururu okşanılmak Claire'e tesir ederdi.

-Evet, Titine... Ama gitmeden bana bir şarkı söyle."

 

İlk cümleler ne ise ne... Ama sonraki evet, Titine sözü ki Qui, Titine karşılığıdır, düpedüz yanlış. Peki demek lâzım. Çünkü Claire, tasdik etmiyor; razı oluyor.

 

Bütün bu parçayı şöyle tercüme etmek zannımca daha doğru olur. Uğraşılsa daha da iyi yapılır:

 

- Korkuyor musun! Altı yaşındasın! Dünyada inanmam! Haydi bakayım, asker kızı olacaksın.

Claire, gururuna dokunuldu mu dayanamazdı.

- Peki, Titine, dedi. Ama gitmeden önce bana bir şarkı söyle.

 

Yine kitaba devam edelim:

 

"- Peki... Şarkı söyliyeyim... Fakat bir tane... Hangisini istiyorsun?

- Kral Reynand'yı!

Claire, tereddüt etmeden, bağırarak seçmişti."

 

Kitap, bu minval üzere devam ediyor. İlk iki sayfasından aldığım bu birkaç parça, eser hakkında oldukça fikir verir sanıyorum.

 

Âdil HANLI

 

Tercüme - 19 Mayıs 1946, Sayı: 37, Cilt: 7


ANA SAYFA