|
KADINLAR
MEKTEBİ VE TENKİDİ (*)
Molière'in hayatı cenkleşmeli bir hayattır. Bu cenkleşmelerin en
büyüğünü de Tartuffe cenkleşmesi teşkil eder. Bu konu üzerinde asırlarca
durulmuş, buna dair türlü türlü kitaplar yazılmıştır. Molière'in bizzat kendisi,
Tartuffe için yazdığı bir önsözde şöyle diyor:
"İşte hakkında çok dedikodu edilmiş bir
komedya. Uzun zaman takibata uğradı. Bu eserde oynattığım şahsiyetler pek âlâ
gösterdiler ki kendileri Fransa'nın en kuvvetli insanlarıdır. Şimdiye kadar
bütün musallat olduklarımdan ziyade... Markiler olsun, rüküşlerle boynuzlular
olsun, hekimler olsun, tefe konmaya az çok tahammül ettiler; Herkesle beraber
onlar da işin alayındaymış gibi göründüler; ama yobazlar, asla! Ne cesaretle
kendileriyle alay edermişim, pek akılları almadı. Bunca namuslu insanın mensub
olduğu bir yolu nasıl kepaze edermişim? Öyle bir cinayetmiş ki yaptığım, dünyada
affedemezlermiş. Hepsi bir olup ayaklandılar."
Demek Molière'in Tartuffe'den evvelki eserlerinde sataştığı
kimseler, yazarın söylediklerini pek üzerlerine almak istemiyorlarmış. İlk büyük
eserlerinden olan Kadınlar Mektebi'ni yazdığı zaman da (1662) öyle
yapmışlar. Genel ahlâk namına, sanat namına isyan etmişler. Kadınlar Mektebi'nin
temsili bütün salonların bellibaşlı dedikodularından biri olmuş. Molière'in,
devrine, yeni bir sanat anlayışı getirdiği düşünülürse, sanat namına ileri
sürülen bu itirazların pek de haksız olmadığı anlaşılıt. En anlayışlı olması
gerekenlerin bile bu işte ne kadar yaya kaldıklarını bıraktıkları vesikalardan
anlıyoruz. Madam de Sevigné'nin zamanının burjuvazisini bütün teferruatiyle
anlatan mektupları öyle bir cemiyetin Molière gibi bir sanat adamını kolay kolay
hazmedemiyeceğini de gösteriyor. Bir cemiyet ki sanatı kibar sınıflara has bir
müessese sanır, bir halk sanatkârını kabul etmesine imkân yoktur. Molière halkın
diliyle konuşuyor. Onda, tragedyaların o tanrısal kahramanlıklarının büyük büyük
sözleri yok. Üstelik o, eserlerinde, o tanrısal kahramanlara karşılık,
kusurlarla dolu insanlardan bahsediyor. Kusurlarla dolu insanlar o cemiyette
mevki sahibidirler, itibar sahibidirler. Halk onları sahnede gördüğü vakit
gülüyor. Hiç kimse etrafı kendine güldürmek, kendisiyle alay edildiğini görmek
istemez. Böyle bir hal onları rahatsız eder. Meydana çıkarılan şey sadece gülünç
tarafları değil, yaldızlayıp örtmek istedikleri çürük taraflarıdır. Bu çürük
taraf o kadar çok insanda vardır ki, sarsılan üç beş kişi değildir, büyük bir
sınıftır; o sınıfı yaşatan nizamdır.
Kadınlar Mektebi
namus hislerini rencide eder. Ama hangi namus? Daha doğrusu namus nedir?
İnsanlar tabiat kanunlarının dışına çıkabilirler mi?
Cemiyet kanunları
tabiat kanunlarına bağlıdır. Buna uymak istemiyen insan gülünç olur. Kadınlar
Mektebi bu güçlüğü, bu gülünçlüğü, ortaya koyar. Eseri gayri nezih
bulan zamane burjuvazisi karşı taarruza geçer. Salonlarda, réception
oyunlarında hep Kadınlar Mektebi'nin dedikodusu edilir. Nihayet
Molière'in de kafası kızar. Kadınlar Mektebi'nin Tenkidi diye küçük bir
eser yazar (1663). Bu da bir komedyadır. Konusu, Kadınlar Mektebi'nin
temsilinden dönmüş bir kaç kişinin, kibar bir bayanın kabul salonunda, bu eser
üzerindeki konuşmalarıdır. Müellif, kahramanlarından bir kaçını düşmanları gibi
konuşturur. Düşmanları bir defa daha gülünç vaziyete düşerler. Onların sözlerine
karşılık olarak söylettiği sözler Molière'in kendi fikirleridir. Zaten bu
eserin, yani Kadınlar Mektebi'nin Tenkidi'nin mühim olan taraflarından
biri de hem o devir burjuvazisinin, hem de Molière'in tiyatro anlayışlarını
göstermesidir. Bu anlayışlar hakkında daha geniş bir fikir sahibi olabilmek için
eseri baştan başa okumak lazım. Bununla beraber, oradan bir iki küçük parçayı
sayfalarımıza aktarmanın pek de faydasız olmıyacağını sanıyorum:
Uranie. - Ben kendi
hesabıma, bu piyeste söylenen şeylerin hiçbirini üstüme alınmıyorum. Bu
hicviyeler insanlığın kötü taraflarına ait. Şahıs mevzuu bahis değil. Ne diye bu
kadar umumi olan bir hücumu kendi üstümüze alıyoruz. Böyle bir dersten, sadece,
istifade etmeye bakmalıyız, kendimizden bahsedildiğini sanmaya ne lüzum var?
Tiyatroda sahneye çeşit çeşit, gülünç şahsiyetler konur; bunları kızmadan
seyretmeli. Tiyatro demek, insanlığın aynası demektir; içinde ille kendimi
bulacağım diye çırpınmanın mânası var mı? Ortaya atılan bir kusura kızmak, o
kusurun kendinde olduğunu kabul etmek demektir."
...........
Uranie. - Ben hiç bu
kanaatte değilim. Şüphesiz, tragedya, iyi yazılmışsa, güzel bir şeydir;İ ama
komedyanın da güzellikleri var. Birinin ötekinden daha kolay olduğunu
zannetmiyorum.
Dorante. - Elbette,
efendim; hattâ güçlük bahsinde komedyaya daha fazla yer verirseniz
aldanmazsınız. Çünkü nihayet, cakalı cakalı tavırlar, kedere, talihe, tanrılara
manzum nidalar, isyanlar savurmak, sahnede can sıkmadan insanların kusurlarını
göstermekten çok daha kolay geliyor bana. Kahramanları anlatırken istediğinizi
yaparsınız; hayalî resim gibi, bunda da benzerlik aranmaz. Muhayyilenizin
dizginlerini rasgele bırakırsanız: o sizi alır götürür. Çok defa, hakikat yerine
hayal âlemine gidersiniz. Halbuki yaşıyan insanları anlatırken hakikatten
ayrılabilir misiniz? Yapacağınız resmin aslına benzemesini isterler, eserinizde
zamanımızın insanlarını bulamadılar mı muvaffak olamadığınıza hükmederler. Ciddî
dediğiniz piyeslerde birkaç makul şeyi biraz iyice yazdılar mı, mesele kalmaz
ama ötekilerde bir de eğlendirmek mecburiyeti vardır.
Aklı başında
insanları güldürmek de öyle her babayiğidin harcı değildir."
Yukarıda da
söylediğim gibi, o devrin tiyatro anlayışı hakkında gerçek bir fikre sahip
olabilmek için bu eserlerin tamamını okumak lâzım.
___________________________________
(*)
Molière, Kadınlar Mekteb, Çevirenler: Sabahattin Eyuboğlu, Bedrettin Tuncel.
Ankara, Maarif Matbaası, 1941
- Kadınlar
Mektebi'nin Tenkidi, Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu. Ankara, Maarif Matbaası,
1944.
___________________________________
O. V. K.
Tercüme - 19 Temmuz 1946, Sayı: 38, Cilt: 7 |