"İyi şair" olduğumu anlayanlara "şiirden
iyi anlar", "senin şiirlerini alaya almak için yazdığım yazıları ciddiye
almışlar" diyenlere "şiirlerimi şaka diye yazmıştım" dediğimi senin kitabını
okurken hatırladım. 'Garip' olan, kimleri alaya kimleri ciddiye alacağımın
anlaşılmasını gelecek günlere bıraktığımı da hatırladım. O günler ne kadar da
çabuk gelmiş. Oysa 2038'e daha çok var. 'Sicilyalı Balıkçı' daha doğmamış.
Doğacak, büyüyecek, "rakı şişesinde balık olsam" diyecek.
16 Mart 1946 yılında yaptığım bir
çeviriyi de kitabına almışsın. Jean Cocteau:
"Bir şair ilkin okunmaz. Sonra yalan
yanlış okunur. Daha sonra klasik olur, klasik olanı okumak adettir. Yalnız, ilk
günlerden kalma birkaç hayranı vardır. Ömrünün sonuna kadar görüp göreceği
rahmet budur," diye yazmış ve ben de çevirmiştim. Benimle bağlantı kurarak "Bu
çeviri, kendisi için ne kadar gerçek" diyorsun. 'Sicilyalı Balıkçı'nın daha
doğmamış olması seni yanıltmasın. Özdemir Asaf'ın "Ölü yaşayanlar yaşayan
ölüleri çekemez," sözünü hatırlatmak isterim. Böyle olduğunu, olacağını bildiğim
içindir ki:
Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!..
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur, başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi...
deyip, alıp başımı gittim.
Adımın bir kaç sokağa verildiğini de
senin yazdıklarından öğrendim. "Yakacık, Ayazma Caddesi'nin sonundaki
Orhan Veli Sokağı, Sultanbeyli Köyü'ne açılıyor ama, sokağın başı var sonu yok,"
diyorsun. Bu sokak yazdıklarıma, yaşadıklarıma, yaşayacaklarıma ne kadar uygun
diye düşündüm. Ben 'alıp başımı gittim', son'u bıraktım giderken.
Benim için son hiç olmayacak. Orhan Veli Sokağı gibi... Sormadan edemeyeceğim,
Yakacık, benim bildiğim yer ise Sultan Beyli Köyü nerede? Daha önce hiç
duymamıştım bu isimde bir köy. İstanbul'da mı yoksa?
Maçka da değişmiş ama, oraları iyi
bilirim. Hele Vişnezade Parkı'nı... Ressam - heykeltraş Gürdal Duyar'ın o parkta
yaptığı heykeli görmeye gittim. Beğendim. Hem de çok beğendim. Oktay Rifat,
Sabahattin Kudret Aksal, Neyzen Tevfik, Cahit Sıtkı Tarancı, Behçet Necatigil,
Şair Nigar ve ben, ağaçların arasından İstanbul'u dinliyoruz hep beraber. Melih
Cevdet de tam karşımızda dinliyor İstanbul'u. Ayaklarımın üstünde uyuyan,
Nahit'in annesi Pervin hanımın köpeği Çinçon.
Kitabını bitirmeye az kalmıştı.
Okuduklarım beni hayli hislendirmişti. Evden eve, şehirden şehre taşınırken
yaşadıklarım bir kere daha canlandı hayalimde. Büyük konsol da kamyona
yüklendiğinde kahverengi boyalı döşeme tahtalarının üzerinde uçuşan tozlar
arasında son kalanları düşündüm.
Sofadaki battal camın önünde duran
yerinden oynatılamayacak ağırlıkta mermer konsolun arkasına düşmüş, düşerken
pencere pervazının çürümüş tahtasına takılmış, yıllarca kaldığı bu bu yerde
tırtıllı kenarları zamanın pamukçuklarıyla örülmüş birkaç resim de yerini
almıştı yerde uçuşan tozlar arasında. Kimler yoktu ki resimlerde... Seyre
daldım.
Küçük resimde Adnan, Füruzan, bir de
ben. Gözlerim yine hüzünlü. Büyük olanında Oktay, Melih, Abidin Dino, Nazım
Hikmet, Avni Arbaş, Bedri Rahmi, Sabahattin Eyuboğlu, Behçet Necatigil, Halim
Şefik, Ataç, Sait Faik, Oktay Akbal, Fahir Aksoy, Rüştü Onur, Vedat Günyol,
Fazıl Hüsnü, Ramiz, Mina Urgan, Mehmed Kemal... daha kimler kimler...
Büyük resmin arkasına başka bir resim
yapışmıştı. Bozmadan ayırmaya uğraştım ama, bir kenarı koptu. Nahit Hanım'ın
arkadaşlarıyla sandaldayken çekilmiş bir resmi... Sandalın başına oturmuş,
omuzlarına inen dalgalı saçlarını rüzgara teslim etmiş, bana bakıyor her zaman
olduğu gibi. Diş fırçamı sardığım kağıdı çıkardım cebimden. Kağıt nemliydi.
Fırçada kalan su damlalarından ıslanmıştı. Kağıtta son şiirim vardı.
Kaybolmuştu, yokolmuştu yazdıklarımın birkaç kelimesi. Bir elimde resmi, bir
elimde son yazdığım şiirin son dizeleri, gözlerinin içine baka baka okudum:

....
Gelelim sonuncuya.
Hiçbirine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda mülkte gözü var.
Hür olsak der,
Eşit olsak der.
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar.
"Ne kadar kibarsın, ne kadar naziksin.
Sen bir senyörsün," dedi.
"Evini değiştirirken haberim olmadığına
çok üzülüyorum, taşırken sana yardım edemedim,"
dedim. "Sanatı, sanatçıları sevdiğimden Haldun Dormen
Tiyatrosu'nun bulunduğu binanın en üst katında oturuyorum," dedi. Kısık
bir sesle "Rahatsızlık vermezsem en kısa zamanda geleceğim."
dedim. Duydu mu duymadı mı, emin değilim.
Resimleri, okumam için yolladığın
kitabının sayfaları arasına koydum. Kitabını okumayı bitiriyordum artık. Son
sayfalara gelmiştim. "Orhan Veli'den Beklediğim Mektup" başlığını
taşıyordu son bölüm.
16 Nisan 1946'da Ülkü gazetesindeki
sütunumda yazdığım yazı çıktı karşıma:
"Yazıları hakkında neler düşündüğümü
merak eden genç arkadaşlarım benden bu sütunda cevap beklemezlerse büyük bir
üzüntüden kurtulacağım. Kendilerine, isterlerse, mektupla cevap verebilirim.
Bilmem, bu iş onların hoşlarına gider mi..."
Beni büyük bir üzüntüden kurtardığın
için sana bu mektubu yazıyorum. Bilmem, hoşuna gitti mi?
KANIK'sanmış biri olduğumu senin de
bilmen benim çok hoşuma gitti.