* iletişim..>>

 

* neden ORHAN VELİ?>>

* neden ŞİİR EVİ?>>

* etkinlikler>>

* ulaşım>>

* ORHAN VELİ sergisi>> * şiir yaprağı sonuçları>>

* düzenSİZ YAPRAK>>

* bağlantılar..>>

KANIK'sadığım biri

ORHAN VELİ

Yazan: M. Şeref Özsoy

JUST FOR THE HELL OF IT

111 Poems by ORHAN VELİ

Translated by

Talat Sait Halman

ORHAN VELİ KANIK

Fremdarting

übersetzt von

Yüksel Pazarkaya

ORHAN VELİ'nin

çevirdiği şiirler

Haz: TUNÇER BAYKAŞ

 

VATAN İÇİN'DİR;

YAYLININ ATLARINecati Abacı..

Ne var ki yolculukta,

Her sefer ağlatır beni,

Ben ki yalnızım bu dünyada?

Bir sabah kızıllığında

Yola çıkarım Uzunköprü’den;

Yaylının atları şıngır mıngır;

Arabacım on dört yaşında,

Dizi dizime değer bir tazenin,

Çarşaflı, ama hafifmeşrep;

Gönlüm şen olmalı degil mi?

Nerdee!...

Söyleyin ne var bu yolculukta?

Orhan Veli'nin Rıfkı Melül Meriç'e yazdığı Yolculuk adlı bu şiirde beni düşündüren şey, sondaki soru değildir.. Tıpkı Gemilerim şiirinde merak edecek birşeyler bulduğum gibi:

Elifbamın yapraklarında

Gemilerim, yelkenli gemilerim.

Giderler yamyamların memleketlerine

Gemilerim, yan yata yata;

Gemilerim, kurşunkalemiyle çizilmiş;

Gemilerim, kırmızı bayraklı.

Elifbamın yapraklarında

Kız Kulesi,

Gemilerim.

O elifba'yı bulabilmeyi o kadar çok istiyorum ki.. 1921 ya da 1922 yılının elifba'sı geçmedi hiç elime.. Hoş geçse de, her elifba'da yoktur herhalde Kız Kulesi ve gemi resimleri.. Hele hele "yamyamların memleketlerine" giden gemiler..

"Birgün bulunacak kitaplar" listesinin ilk sıralarında yer alıyor bu elifba.. Nasıl olsa birgün bulacağız..

Dönelim Yolculuk şiirine.. Şiirde ismi geçen yaylı'nın nasıl bir taşıt olduğunu merak eder dururdum hep.. Ansiklopedilerden bulduğum bilgiler komikti.. İşte Meydan Larousse'daki "yaylı" maddesi:

"Ok ve yayla silahlanmış. / Altında esner yayları olan"

Bir de örnek cümle veriliyor edebiyattan:

"Ağır ağır atını sürerken karşılaştığı bir yaylı araba, candarmanın hiç gözüne çarpmamıştı. (Sabahattin Ali)"

Meydanı boş bulan Meydan Larousse, yaylı çeşitleri türetmeye devam etmiş ama, Sabahattin Ali'den de örneklediği yaylı arabayı bir türlü tanımlayamamış..

Yaylı'nın tarifini, yine o dönemin edebiyatçılarından bulacağımı bildiğimden, araştırmayı bırakmıştım.. Nasıl olsa, birgün o benim karşıma çıkacaktı.. Sonunda o gün geldi ve yaylı'nın nasıl bir taşıt olduğunu öğrendim..

"O devirlerde üstün taşıt ne Kadillaktı, ne Rolls Roys. Hatta ne de otomobil. İnebolu ile Ankara arasında motörlü tek taşıt yoktu. Ne nakliyede, ne ziraatte. Kağnılar mağlum. Yollara onlar hakimdi. İçi oyuk tip araba tekerlekleri enderdi. Belki de bunlar batak yollara pek uymuyordu. Yaylı araba da enderdi. Ve en lüks nakil vasıtası üç atlı yaylıydı. İnebolu ile Ankara arasındaki dokuz günlük yaya yolculuğumuzda, bunlardan dokuz tanesine rastlamadık desem doğrudur.

Yaylı araba, üstü muşamba ile kaplı bir tüb gibidir. Yüksek tekerleklerin üstünde yüksek yaylarla salıntılıdır. Tüpün alt kısmı düzdür tabii. Ve buraya yer yatağı gibi döşek serilir. Rahat yastıklarına abanılır. İki hatta üç at çektiği olur bu arabayı. Üçüncü at dingil dışı yana koşulur. Rusların troykası türünden. Arabacıdan başka buna üç kişi, dört kişi de bağdaş kurup rahatça binebilir."

Vala Nureddin'in Bu Dünyadan Nazım Geçti kitabında 1921 yılındaki Anadolu'ya geçişi anlattığı bölümde yaptığı tarif bu.. Orhan Veli'nin şiirinde Uzunköprü ismi geçtiğine göre, askerliği sırasında görmüş olmalı anlattığı yaylıyı.. Yani 1941'den sonra.. Teknolojisi (!) ilerlemiş olabilir elbette yaylının ama, yine de yaylı yaylıdır ve Meydan Larousse'un yaylısından iyidir..

Vala Nureddin'in kitabından bir kaç paragraf daha okursanız, keyifli bir okuma yapmış olursunuz ki sonunda yine kendinizi Orhan Veli'nin yanında bulursunuz:

"Biz bazen tek yolcu götürene rastlıyorduk. Ve bunda bir altın babasının gittiğini anlıyorduk. Kafası kırılası mütegallibelerden biri ya da. Kapıkulu azmanı biri ya da. Yolun kıyısında sözü geçen piyade arkadaşımızla beraber durup kindar gözlerimizden şimşekler salıyorduk zalim zalim. Çünkü bize düşen tohumdan onlara da birer çimçik serpmiştik. Bu memleketi bu hale getirenler aleyhine.

Dağlık bir bölgede tam bir tepedeyiz; aşağıdan doğru üç atlı bir yaylının dolu dizgin ve insafsızca kamçılanarak geldiğini görerek mola verdik. Dur hele şuna bakalım. Büyük bir hadise oluyor. Tek adam binmiş yaylıya... Şişman bir adam. Koca koca bıyıkları var. Arabacıya: "Sür" emrini vererek geliyor belli. Kim bu yelpaze kalpaklı, üstü başı yepyeni!..

Durmuşuz fukaralığımız içinde, memleket sevgimiz içinde ve karmakarışık idealler içinde vakur bakıyoruz. Uzun değneklerimize iki elimizi çenemiz hizasında dayanarak. Yolculukta asavari kullandığımız değneklerimizle...

Üç atlı yaylı, yelpaze kalpaklıdan aldığı emir üzerine rap dedi, önümüzde durdu. Tüpün arkasından ilk önce yepyeni pabuçlar, sonra yepyeni bir getr ve külot pantolon... İri göbekli bir zat, önümüzde heybetli belirdi. Kim olduğumuzu nereye gittiğimizi sordu. Yüzüne bakmayarak, başımız havada, boynumuz yampiri dönük, ikişer kelimeyle özetledik. Ellerimizin istifini asalarımızdan bozmayarak...

Bu istiklalin, bizdeki bu ruh haletinin farkında olmayarak yaylıdan inen adam bize, bir konferans geçti. Ama ne konferans! Sanki biz binlerce insanmışız da o da meydan demagogu... Şöyle dayanmalıymış, böyle ölmeliymiş bu vatan için...

Netekim kendi, Batum'a mı bir yere şehbender gidermiş. Bu gaye ile... Adı da Fahri bey mi imiş, neymiş? İleriki senelerde onu, meydan mitinglerinde daha üstün demagogların yanında dikili gördüm. Ağzı yeni tip demeçlerle sulanıyor gibiydi. Fakat ona söz vermezlerdi. Palavracı sayarlardı.

"Deh" edip yokuş aşağı gitti üç atlı yaylı... Fakat bu tablo Nazım'a bir ilham kaynağı olmuştu. Gerçi bir yıl sonra... Ankara'daki kalemşorların ve küçük, büyük tip palavracıların izlenimlerini de derleyip potasında karıştırdıktan sonra...

Ve bu kış seyahatinin ardından zahmetli yaz seyahatleri yaptıktan sonra, o zaman büyük tepkiler yaratan ünlü "Yalınayak" şiirini yazmıştır.

 

.....

Ey cam kırıkları

          sarı

          nargileler gibi horuldayan,

ey üç atlı yaylısının içinden

                    sağır

                    burunsuz

                    kör

                    köylülere

Pierre Loti ahı çekip geçen

ağzı gemli

          eli

          kalemli

          efendiler!

Tatlı maval dinlemekten gayrı usandık.Emre Senan..

Artık

hepimizin kafasına

          şu

          daaaaaaaank

          desin:

Köylünün toprağa hasreti var,

toprağın hasreti

makinalar!

.....

 

Nazım'ın yakın akrabası şair Oktay Rifat, bir şiirinde sanki bizim bütün izlenimlerimizi özetler: Bu vatan için şu yanımızdaki gençler şehit olmaya gidiyorlar. Bu vatan için o şehbender, yepyeni urbalarını giymiş, üç atlı yaylıda dolgun maaş almaya gidiyor. Bu vatan için filiz delikanlı, başkalarına ibret olsun diye sehpaya gidiyor. Oktay Rifat bu vatan için herkesin kendince birşeyler yaptığını anlatır."

Ağzınızın açık kaldığını, "Ama bu şiir Oktay Rifat'ın değil, Orhan Veli'nin.." dediğinizi duyar gibi oluyorum.. Evet, ne demişti Vatan İçin adlı şiirinde Orhan Veli:

Neler yapmadık şu vatan için!

Kimimiz öldük;

Kimimiz nutuk söyledik.

M. Şeref Özsoy  


ANA SAYFA