VATAN İÇİN'DİR;
YAYLININ ATLARI
Ne var ki
yolculukta,
Her sefer ağlatır
beni,
Ben ki yalnızım bu
dünyada?
Bir sabah
kızıllığında
Yola çıkarım
Uzunköprü’den;
Yaylının atları
şıngır mıngır;
Arabacım on dört
yaşında,
Dizi dizime değer
bir tazenin,
Çarşaflı, ama
hafifmeşrep;
Gönlüm şen olmalı
degil mi?
Nerdee!...
Söyleyin ne var bu
yolculukta?
Orhan Veli'nin
Rıfkı Melül Meriç'e yazdığı Yolculuk adlı bu şiirde beni
düşündüren şey, sondaki soru değildir.. Tıpkı Gemilerim şiirinde merak
edecek birşeyler bulduğum gibi:
Elifbamın
yapraklarında
Gemilerim, yelkenli
gemilerim.
Giderler yamyamların
memleketlerine
Gemilerim, yan yata
yata;
Gemilerim,
kurşunkalemiyle çizilmiş;
Gemilerim, kırmızı
bayraklı.
Elifbamın
yapraklarında
Kız Kulesi,
Gemilerim.
O elifba'yı bulabilmeyi o
kadar çok istiyorum ki.. 1921 ya da 1922 yılının elifba'sı geçmedi hiç elime..
Hoş geçse de, her elifba'da yoktur herhalde Kız Kulesi ve gemi
resimleri.. Hele hele "yamyamların memleketlerine" giden gemiler..
"Birgün bulunacak
kitaplar" listesinin ilk sıralarında
yer alıyor bu elifba.. Nasıl olsa birgün bulacağız..
Dönelim Yolculuk
şiirine.. Şiirde ismi geçen yaylı'nın nasıl bir taşıt olduğunu merak eder
dururdum hep.. Ansiklopedilerden bulduğum bilgiler komikti.. İşte Meydan
Larousse'daki "yaylı" maddesi:
"Ok ve yayla
silahlanmış. / Altında esner yayları olan"
Bir de örnek cümle
veriliyor edebiyattan:
"Ağır ağır atını
sürerken karşılaştığı bir yaylı araba, candarmanın hiç gözüne çarpmamıştı.
(Sabahattin Ali)"
Meydanı boş bulan
Meydan Larousse, yaylı çeşitleri türetmeye devam etmiş ama, Sabahattin
Ali'den de örneklediği yaylı arabayı bir türlü tanımlayamamış..
Yaylı'nın tarifini, yine o
dönemin edebiyatçılarından bulacağımı bildiğimden, araştırmayı bırakmıştım..
Nasıl olsa, birgün o benim karşıma çıkacaktı.. Sonunda o gün geldi ve yaylı'nın
nasıl bir taşıt olduğunu öğrendim..
"O devirlerde üstün
taşıt ne Kadillaktı, ne Rolls Roys. Hatta ne de otomobil. İnebolu ile
Ankara arasında motörlü tek taşıt yoktu. Ne nakliyede, ne ziraatte.
Kağnılar mağlum. Yollara onlar hakimdi. İçi oyuk tip araba tekerlekleri
enderdi. Belki de bunlar batak yollara pek uymuyordu. Yaylı araba da
enderdi. Ve en lüks nakil vasıtası üç atlı yaylıydı. İnebolu ile Ankara
arasındaki dokuz günlük yaya yolculuğumuzda, bunlardan dokuz tanesine
rastlamadık desem doğrudur.
Yaylı araba, üstü
muşamba ile kaplı bir tüb gibidir. Yüksek tekerleklerin üstünde yüksek
yaylarla salıntılıdır. Tüpün alt kısmı düzdür tabii. Ve buraya yer yatağı
gibi döşek serilir. Rahat yastıklarına abanılır. İki hatta üç at çektiği
olur bu arabayı. Üçüncü at dingil dışı yana koşulur. Rusların troykası
türünden. Arabacıdan başka buna üç kişi, dört kişi de bağdaş kurup rahatça
binebilir."
Vala Nureddin'in
Bu Dünyadan Nazım Geçti kitabında 1921 yılındaki Anadolu'ya geçişi
anlattığı bölümde yaptığı tarif bu.. Orhan Veli'nin şiirinde
Uzunköprü ismi geçtiğine göre, askerliği sırasında görmüş olmalı anlattığı
yaylıyı.. Yani 1941'den sonra.. Teknolojisi (!) ilerlemiş olabilir elbette
yaylının ama, yine de yaylı yaylıdır ve Meydan Larousse'un yaylısından
iyidir..
Vala Nureddin'in
kitabından bir kaç paragraf daha okursanız, keyifli bir okuma yapmış olursunuz
ki sonunda yine kendinizi Orhan Veli'nin yanında bulursunuz:
"Biz bazen tek yolcu
götürene rastlıyorduk. Ve bunda bir altın babasının gittiğini anlıyorduk.
Kafası kırılası mütegallibelerden biri ya da. Kapıkulu azmanı biri ya da.
Yolun kıyısında sözü geçen piyade arkadaşımızla beraber durup kindar
gözlerimizden şimşekler salıyorduk zalim zalim. Çünkü bize düşen tohumdan
onlara da birer çimçik serpmiştik. Bu memleketi bu hale getirenler
aleyhine.
Dağlık bir bölgede
tam bir tepedeyiz; aşağıdan doğru üç atlı bir yaylının dolu dizgin ve
insafsızca kamçılanarak geldiğini görerek mola verdik. Dur hele şuna
bakalım. Büyük bir hadise oluyor. Tek adam binmiş yaylıya... Şişman bir
adam. Koca koca bıyıkları var. Arabacıya: "Sür" emrini vererek geliyor
belli. Kim bu yelpaze kalpaklı, üstü başı yepyeni!..
Durmuşuz
fukaralığımız içinde, memleket sevgimiz içinde ve karmakarışık idealler
içinde vakur bakıyoruz. Uzun değneklerimize iki elimizi çenemiz hizasında
dayanarak. Yolculukta asavari kullandığımız değneklerimizle...
Üç atlı yaylı,
yelpaze kalpaklıdan aldığı emir üzerine rap dedi, önümüzde durdu. Tüpün
arkasından ilk önce yepyeni pabuçlar, sonra yepyeni bir getr ve külot
pantolon... İri göbekli bir zat, önümüzde heybetli belirdi. Kim olduğumuzu
nereye gittiğimizi sordu. Yüzüne bakmayarak, başımız havada, boynumuz
yampiri dönük, ikişer kelimeyle özetledik. Ellerimizin istifini
asalarımızdan bozmayarak...
Bu istiklalin,
bizdeki bu ruh haletinin farkında olmayarak yaylıdan inen adam bize, bir
konferans geçti. Ama ne konferans! Sanki biz binlerce insanmışız da o da
meydan demagogu... Şöyle dayanmalıymış, böyle ölmeliymiş bu vatan için...
Netekim kendi,
Batum'a mı bir yere şehbender gidermiş. Bu gaye ile... Adı da Fahri bey mi
imiş, neymiş? İleriki senelerde onu, meydan mitinglerinde daha üstün
demagogların yanında dikili gördüm. Ağzı yeni tip demeçlerle sulanıyor
gibiydi. Fakat ona söz vermezlerdi. Palavracı sayarlardı.
"Deh" edip yokuş
aşağı gitti üç atlı yaylı... Fakat bu tablo Nazım'a bir ilham kaynağı
olmuştu. Gerçi bir yıl sonra... Ankara'daki kalemşorların ve küçük, büyük
tip palavracıların izlenimlerini de derleyip potasında karıştırdıktan
sonra...
Ve bu kış
seyahatinin ardından zahmetli yaz seyahatleri yaptıktan sonra, o zaman
büyük tepkiler yaratan ünlü "Yalınayak" şiirini yazmıştır.
.....
Ey cam kırıkları
sarı
nargileler gibi horuldayan,
ey üç atlı
yaylısının içinden
sağır
burunsuz
kör
köylülere
Pierre Loti ahı
çekip geçen
ağzı gemli
eli
kalemli
efendiler!
Tatlı maval
dinlemekten gayrı usandık.
Artık
hepimizin kafasına
şu
daaaaaaaank
desin:
Köylünün toprağa
hasreti var,
toprağın hasreti
makinalar!
.....
Nazım'ın yakın
akrabası şair Oktay Rifat, bir şiirinde sanki bizim bütün izlenimlerimizi
özetler: Bu vatan için şu yanımızdaki gençler şehit olmaya gidiyorlar. Bu
vatan için o şehbender, yepyeni urbalarını giymiş, üç atlı yaylıda dolgun
maaş almaya gidiyor. Bu vatan için filiz delikanlı, başkalarına ibret
olsun diye sehpaya gidiyor. Oktay Rifat bu vatan için herkesin kendince
birşeyler yaptığını anlatır."
Ağzınızın açık kaldığını,
"Ama bu şiir Oktay Rifat'ın değil, Orhan Veli'nin.." dediğinizi duyar
gibi oluyorum.. Evet, ne demişti Vatan İçin adlı şiirinde Orhan Veli:
Neler yapmadık şu
vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk
söyledik.

M. Şeref
Özsoy
|