YANAN KÜTÜPHANENİN DEĞERİ..
Liseyi
bitirdikten sonra ailesinin koleje göndermeye parası olmadığı için, kolej
eğitimini kütüphanelerde yapar. 28 yaşındayken, bir üniversitedeki konferans
sırasında O'nun edebiyata düşkünlüğünü öğrenen kolej müdürü, O'na bir kep, bir
cüppe ve diploma vererek kütüphaneden "resmen" mezun olmasını sağlar..
Yaşadıklarını
"uçuk" bir şekilde yazar.. Örneğin; Los Angeles'te orta Wilshire'de bir yazar
arkadaşıyla, gece yolda yürüyerek konuşmaktayken yanlarında duran polis
arabasından dışarı çıkan polis memuru sorar:
- Ne
yapıyorsunuz?
-
Ayaklarımızın birini diğerinin önüne koyuyoruz.
Kaşları çatılan
polis memurunun bu yanıttan birşey anlamadığını anlayınca da daha açıklayıcı bir
şekilde devam eder..
- Bizi
durdurmanız mantıksız. Eğer bar soymak veya bir dükkandan birşey çalmak
isteseydik, araba kullanıyor olmamız gerekirdi. Soymuş, çalmış, uzaklaşıyor
olurduk. Gördüğünüz gibi, arabamız yok, sadece ayaklarımız var.
- Demek
yürüyorsunuz? Sadece yürüyor musunuz?
Karşısındakilerin başlarıyla onayladıklarını gören polis, söyleyeceği dört
kelimenin bir öykünün yazılmasına neden olacağını bilemezdi elbette:
-Pekala, bir
daha yapamayın.
Sinirlenmekte
haklıdır kahramanımız ve yürümenin yasaklandığı, bütün yayaların suçlu sayıldığı
gelecek bir zamanda geçen Yaya adlı öyküsünü yazar..
Ray Bradbury'dir
bu yazar ve henüz dokuz yaşındayken ikisi kaza eseri, üçüncüsü kasıtlı olan,
İskenderiye Kütüphanesi yangınlarını öğrenir.. Ağlar ve okumasının kaçınılmaz
olduğunu söyler..
1950 yılında bir
büro tutamayacak kadar parasız olan Ray Bradbury, yarım saatini on pensten
kiraladığı bir daktilo ve yazma odasında bir çok öyküsünü yazar.. Bu öykülerinde
ise çocukken okuduklarından etkilendiği şeyler olduğunu iddia edersem yanılmış
olmam sanırım..
Şenlik Ateşi
adlı öyküsünde, dünyanın sonu gelmeden bir gece önce, hikayenin kahramanı büyük
aşklarının listesini yapar.. Buraya hikayenin bir kısmını yazmamız uygundur:
William
Peterson'u rahatsız eden şey, Shakespeare, Aristo, Platon, Jonathan Swift,
William Faulkner, Robert Frost'un ve belki John Donne ve Robert Herrick'in
şiirleri idi. Bütün bunlar, düşünün, şenlik ateşine atılacaktı. Bundan sonra
çıra olarak kullanılacak şeyleri düşündü (sonunda olacakları şey buydu)
Michelangelo'nun muazzam heykellerini; El Greco'yu ve Renoir'ı ve böyle
devam etti. Yarın hepsi ölmüş olacaklardı. Shakespeare ve Frost, Huxley,
Picasso, Swift ve Beethoven'le birlikte, kendi sıradışı kütüphanesi ve
sıradan bir insan olan kendisi...
Daha sonra
yazdığı Parlak Anka adlı hikayenin kurgusu daha parlak'tır.. Hikayede bir şehir
kütüphanecisi, bağnaz bir yerel vatansever tarafından, birkaç düzine kitabın
yakılması için tehdit edilir.. Kundakçılar kitapları yakmak için geldikleri
zaman, kütüphaneci onları içeri davet eder.. Açıktan açığa engellemek yerine,
onları yenmek için daha karmaşık görünen ama, aslında son derece açık silahlar
kullanır.. Böylece kitap yakan şehir bağnazının, bütün şehrin, kitapları
hafızalarına kaydederek sakladığını farketmesini sağlar.. Kitap her yerdedir.
İnsanların kafalarında saklıdır! Adam çıldırır, öykü biter..
Ray Bradbury
benzer başka öyküler yazsa da Fahrenheit 451 adlı romanında doruk noktasına
çıkar, çılgınlığın çılgınlaştırdığı kişiliği.. Bu romanı için şunları söyler:
Durmamın
imkanı yoktu. Ben Fahrenheit 451'i yazmadım, o beni yazdı. Sayfalardan
gözlerime giren, oradan tüm sinir sistemimi dolaşarak ellerimden dışarı
fırlayan, bir enerji çevirimi vardı. Daktilo ve ben, parmak uçlarıyla
birbirine bağlı siyam ikizleri gibiydik.
"Fahrenheit 451:
Kitap kağıtlarının yanıp tutuştuğu ısı derecesidir." açıklamasıyla başlayan bu
roman ve diğer öyküler için İskenderiye Kütüphanesi'nin yanma ve yakılmasının ya
da Hitler'in emriyle Nazi gösterilerinde yakılan kitapların etkisi yok mudur?
Onca yüzyıldan
sonra
İskenderiye'ye
geldi Dante
İskenderiye
kitaplığının yakılması nedeniyle
kör vezirlerin
açtığı
yas defterine
yazmak için
düşüncesini.
Büyük bir
inançla şunları yazdı deftere:
Cehennemimin
varlığının gereğini
ispat
edebilmekten mutluyum!
Bir kez olsa
bile söylenmiş sözü
Yok edebilecek
ateş hiçbir yerde bulunmaz.
Trajan
Petrovski'nin İskenderiye'ye Geldi Dante adlı şiirindeki alevli mısrada yanma
değil de "yakılma" olduğuna göre, bu üçüncü yanışıdır İskenderiye
Kütüphanesi'nin.. Kasıtlı olan bu yanışının sorumlusu Ömer Bin Hattab'dır..
Hatta kitaplar, yakılmadan bir kaç dakika önce, şu konuşmaları işitmişlerdir
Ömer Bin Hattab'ın ağzından:
Bu
kitaplarda, ya Kuran'da olanlar vardır, ya da başka şeyler. Her iki durumda
da gereksizler.
630'lu yıllarda
olan bu olay, kan davasına dönüşmüştür adeta.. On üçüncü yüzyılın ortalarında
Doğuda Moğollar ve İspanya'da Hıristiyanlar İslamik kitapları toptan yok etmeye
başlamışlardır.. Hatta İspanya'da bir çok Arapça kitap bulunamaz hale gelmişti..
II. Philip 16. yüzyılda Escorial adındaki kütüphaneyi kurmaya başladığı zaman,
birçok Arapça kitabı bulamamıştır.. 17. yüzyılda, bu kütüphanedeki İslamik
başlıktaki kitap sayısı sadece dört bin idi.. Mısır, İran ve Hindistan'daki
kitaplar bu katliamdan kurtulmuşlardı ve Müslüman uygarlığa ilişkin pek çok
bilgi bu sayede günümüze aktarılmıştır..
Umberto Eco'nun
Gülün Adı adlı romanının sonunda yakılan kitaba üzülen kaç kişi vardır
bilmiyorum ama, Sait Faik'in yakılan kitabına pek çok üzülen çıkacaktır..
1944 yılında,
ilk romanı Medar-ı Maişet Motoru'nu annesinin verdiği parayla yayımlar Sait
Faik.. Agop Arad ile birlikte Yokuş Kitabevi'ni yöneten Burhan Arpad'ın da
yardımları vardır.. Yokuş Yayını olarak çıkan kitap, Yokuş Kitabevi'nin
deposunda durmaktadır..
Ne var ki soğuk
bir kış günü, öğleden sonra sepetli motorsikletiyle kitabevine gelen polis Hasan
Efendi, (ki Burhan Arpad bu polisi adıyla sanıyla yazdığına göre sık sık
karşılaşıyorlardı herhalde, benzer toplatmalar için) elindeki Bakanlar
Kurulu'nun toplatma kararını gösterir.. İki bin adet basılan ve ellişerlik
paketler halinde saklanan Medar-ı Maişet Motoru, motorsikletin sepetine yüklenir
ama, bir motorsiklet kaç paket taşır ki.. Eh! Hasan Efendi'ye de bir kaç sefer
yapmak düşer bu yüzden..
Bu sırada bir
paketi, yani elli kitabı saklamayı başarır Burhan Arpad ve durumu Sait Faik'e
haber verir.. Bir süre sonra Yokuş Kitabevi'nin yöneticiliğinden ayrılır Burhan
Arpad ama, o elli kitabı da yanında götürür.. Ne var ki Sait Faik bir türlü
gidip alamıyordur, toplatma emrinden çalınan o elli kitabı.. Burhan Arpad'dan
kitaplarını bir süre daha saklaması konusunda ricada bulunmaktan başka bir şey de
gelmiyordu elinden..
Günün birinde
aramalar ve tutuklamalar sıklaşınca o elli kitabı bir bir yakar Burhan Arpad ve
evinin bacasından Medar-ı Maişet Motoru'nun külleri savrulur maişet (geçim)
derdindeki İstanbulluların başına..
Oysa
Saraybosna'daki savaş sırasında camları kırık evinde soğuktan donarak ölen bir
şair vardır.. Adı bilinmeyen bu şairden uzun zaman haber alamayan arkadaşları
evine giderler.. Kapı açılmayınca kırmak zorunda kaldıkları evin içinde
gördükleri manzara karşısında diken diken olan tüyleri soğuktan taş kesilir..
Çünkü, şairin ayakkabıları bile ayağında değildir.. Sonradan anlaşılmıştır ki
soğuktan donmamak için yakmıştır onları ama, evinin duvarları kitap dolu olan
şair, bir tek kitabını bile yakmamıştır soğuktan donacağını bile bile.. 1996
yılının Aralık ayında, savaş sırasında 35. Saraybosna Şiir Günleri'ne katılan
Akgün Akova anlattığı bu olayı şu cümleyle bitiriyor:
Ne yazık ki kitapları
yakanların sağ kaldığı ve kendilerini haklı gösterdiği; kitapları yakmayanların
ise nesli tükenen canlılar gibi yokolduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Doğu'da Anka,
Sirenk, Simurg, Zümrüd, Zümrüdüanka, Tuğrul, Anka-yı Mugrib, Hüma Kuşu; Batıda
ise Phoenix adlarıyla anılan masal kuşunun kırmızı ve altın renkleri vardır,
sesi de güzeldir ama, daima tektir ve erkektir. Ömrünün sonu gelince bahar ağacı
dallarından yaptığı yuvasını ateşe vererek kendisini yakar. Böylece yeni bir
anka dünyaya gelir..
İşte yanan,
yakılan her kitap da benzer bir şekilde yeni bir kitabın ortaya çıkışını
sağayabilir.. Nasıl mı?

Tiyatro adamı ve
yazar Nureddin
Sevin'in Rumeli
Hisarı'ndaki evinde
çıkan yangın, bir
çok değerli kitabın
bulunduğu
kütüphanesini de
duman eder..
Savrulan küller
boğazın sularına
ulaşsa da iki paket
kitabın ateşten
nasıl kurtulduğunu
kimseler anlayamaz..
Yangın söndükten
sonra tavan arasında
bulunan bu iki paket
kitap arasında bir
de el yazması
vardır..
Turgenyev'in El
Kapısında adlı
kitabının Türkçe
çevirisidir bu el
yazması ve bir de
metnin sonuna
eklenmiş portre
çizimi
bulunmaktadır..
Metne
iliştirilmiş bir başka el yazısında da şunlar yazıyordur:
Aziz Adnan Bey, büyük şair Orhan'ın 1949'da benim için çevirdiği piyesi
sunuyorum. Selam ve sevgilerle.
M. Ertuğrul
Muhsin
Ertuğrul'un Adnan Veli'ye yazdığı bu notta bahsi geçen "büyük şair Orhan"
elbette ki Orhan Veli'dir.. 1949 yılında Devlet Tiyatrosu'nda genel müdür olan
Muhsin Ertuğrul, özel olarak çevirmesini istemiştir Orhan Veli'den bu oyunu..
1951 yılında da Devlet Tiyatrosu'ndan ayrılarak İstanbul'daki Küçük Sahne'nin
başına geçmiştir.. Ne var ki her iki tiyatroda da oynanmasını sağlayamamıştır bu
oyunun.. Orhan Veli'nin ölümünden sonra Adnan Veli'ye verilen dosyanın, Nureddin
Sevin'în evinin tavan arasına gidiş macerası da bilinmiyor..
Yangın sayesinde
ortaya çıkan el yazmaları, Nureddin Sevin'in bir akrabası tarafından gazeteci
Ergin Konuksever'e veriliyor ve çevirilmesinden 45 sene sonra Yapı Kredi
Yayınları tarafından yayımlanıyor..
Sizin için
hangisi daha değerlidir bilmiyorum ama, Nureddin Sevin'in kütüphanesinin
yanmasına hiç de üzülemiyorum..
M.
Şeref Özsoy
*
Fahrenheit 451 - Ray Bradbury - İthaki Yayınları - Zerrin ve Korkut Kayalıoğlu
çevirisi..
* Hegel
- The Philosophy of History - Nurgül Deveci Demirdöven çevirisi..
*
Frederick Artz - Orta Çağların Tini (Tarihsel Bir Gözlem İslam Uygarlığı) - Çev:
Aziz Yardımlı
* Yıkık
bir çocuk bahçesi gibiydi yüzü - Akgün Akova (Çınar Yayınları 1996)
* El
Kapısında - İ. S. Turgenyev - Çev: Orhan Veli Kanık Yapı Kredi Yayınları 1994)
|